ÖLÜ EVİ
Hepsi uslu görünüyorlardı. Tıraşlı başlarıyla, mağrur ve masum bakışlarıyla öylece duruyorlardı. Derin kırışıklıkların buruşturduğu alınla, ince ve kalın çizgilerin birbirine oluşturduğu tezat belirgin kılıyordu kişilikleri. Bazen korkunç şekilde parıldayan gözler, bazen daha da tehlikelisi bir çocuk masumiyetiyle bakan şeytani gözler… Mahkumiyetin verdiği dayanılmaz ağırlığın altında eziliyorlardı her biri. Sevgi ve saygı sözcüklerinin bir anlam ifade etmediği, sanatın sadece kendini var etme olduğu bir ortamdı burası. Kimilerinde o güne kadar hiç duyumsamadıkları vahşilik baş gösteriyordu. Boşluk insanı gelebileceği en iğrenç ve en aşağı noktaya doğru itiyordu. Konuşmanın bir anlamı yoktu. Tek bir dil vardır bu dünyada. O da sessizlik…. Nefes aldığımız düşündüğümüz ve dönüştürmeye çalıştığımız bu ölü evinden sevgi sözcüklerinin haykırmasını dilemekten başka ne çare gelebiliyor insanın elinden? Yalnızlığın ve kimsesizliğin yeğlenebileceği yakınsamalara insan inanmaya başlıyor bir müd...