Kriz ve Kapitalizm - Derleme

İçinde bulunduğumuz bu yıl 1085 adet metalürji,malzeme,seramik mühendisi arkadaşımız mezun olacak. Bu yıl sadece 300’e yakın metalürji ve malzeme mühendisi işinden oldu. Yeni mezun arkadaşlarımızın bir çoğu askere gitmeyi, bir kısmı yurt dışına çıkmayı tercih etti . Kimisi de sistemde var olabilmek adına satışta , elektrikçinin yanında, pazarda çalışmayı kabul etti. Hepimizi etkiledi bu kriz. Binlerce işçi işinden oldu. Gün geçtikçe işçileşen ve alım gücü düşen mühendisler, bir zamanlar umursamadıkları işçilerin konumuna hatta daha gerisine , işsizliğe düştüler. Peki nedir bu dünyayı kasıp kavuran krizin nedeni? Tabi ki bizimkisi bir öğrenci dergisi ve çok fazla yerimiz yok; ama kısaca sanırım krizi tanıtabiliriz . İşe de, öncelikle bugün içinde bulunduğumuz ve hemen hemen herkesin eleştirip değiştirmeyi düşünmediği sistem olan “kapitalizm”i tanıtmakla başlayabiliriz sanırım.
Kapitalizm (anamalcılık), özel mülkiyetin üretim araçlarının ağırlıklı bir bölümüne sahip olduğu ve işlettiği; yatırım, dağılım, gelir, üretim ve mal ve hizmet fiyatlarının piyasa ekonomisinin belirlediği sosyal ve ekonomik sistemdir. Bu sistemde genellikle bireylerin ya da grupların oluşturduğu tüzel kişiliklerin ya da şirketlerin emek, yer, üretim aracı ve para (bkz: finans ve kredi) ticareti yapabilmeye hakkı vardır.
Kapitalist ekonomi pratiği Avrupa'da 16. ve 19. yüzyıllar arasında kurumsallaşmıştır, ama bazı niteliklerine ilk çağda da rastlanabilir, Orta Çağ döneminde de tüccar kapitalizminin erken biçimleri ortaya çıkmıştır. Feodalizm sona erdiğinden beri kapitalizm Batı dünyasındaki hakim sistemdir, bütün dünyaya da İngiltere başta olmak üzere Avrupa'dan yayılmıştır.
Kapitalizm kavramı, tek başına ele alınırsa sınırlı bir analitik anlama sahiptir. Ama uygulandığı ülkelerde önemli farklılıklar olması, coğrafya, politika, zaman ve kültür öğeleriyle birlikte değişmesi yüzünden kimi iktisatçılar karma ekonomi tanımının günümüzdeki iktisadi sistem(ler)i belirtmek için daha doğru olduğunu söylemektedir. Kapitalizme 19. ve 20. yüzyıllarda önemli eleştiriler getirilmiştir, bu çeşitli eleştirilerin ortak yönü kapitalizmin ciddi anlamda insanlar arasında sosyal ve ekonomik eşitsizliğe yol açtığıdır.
Klasik politik ekonomi
Ekonomik düşüncedeki "klasik" gelenek Britanya'da 18. yüzyıl sonunda ortaya çıkmıştır. Adam Smith, David Ricardo ve John Stuart Mill gibi klasik politik ekonomistler kapitalist ekonomide üretim, dağılım ve malların değişimi gibi konuların analizini yaparak yayımlamışlardır ve bu çalışmalar günümüzdeki çoğu iktisadi çalışmanın da halen temelini oluşturmaktadır.


Adam Smith
Adam Smith'in Merkantilizmi eleştiren ve "doğal özgürlüğün sistemi" mantığını açıkladığı Milletlerin Zenginliği kitabı klasik politik ekonominin başlangıcı sayılır. Smith, bu ünlü kitabında geliştirdiği çeşitli kavramları açıklar ve bu kavramlar bugün de kapitalizmle ciddi anlamda ilişkilendirilmektedir. Bu kavramların başında da piyasanın görünmez el metaforu gelmektedir, kişisel çıkar isteğinin istemsiz olarak toplum için de en üst düzeyde ortak bir yarar sağlayacağını söylemektedir. Kendi zamanının tekellerini, gümrüklerini ve devletin getirdiği sınırlamaları eleştirmiştir ve piyasanın en adil ve etkili hakem olacağını söylemiştir. Bu görüş, klasik politik ekonominin en önemli ikinci ve modern çağı etkileyen en önemli ekonomistlerden biri olan David Ricardo tarafından da paylaşılmıştır. Ekonomi Politik ve Vergi Prensipleri (1817) isimli kitabında, bir grubun bir malı göreceli olarak daha az maliyetle üretebildiği bir durumda ticaretin ticaret yapan her iki taraf için de nasıl faydalı olacağına dayanan Karşılaştırmalı üstünlükler kuramını açıklar. Bu ilke serbest ticaret anlayışını destekler. Ricardo, enflasyonun paranın ve kredinin niceliğindeki değişmeyle yakından ilgili olduğunu da söylemiş, azalan verim kuramının da savunuculuğunu yapmıştır.
Klasik politik ekonomi anlayışı, hükümetin ekonomiye müdahalesini en aza indirgemeyi savunan geleneksel liberalizm doktriniyle yakından ilişkilidir.
Marksist politik ekonomi


Karl Marx
Karl Marx, üretici güçler ve üretim ilişkilerinin belirli bir tarihsel andaki ilişkileriyle üretim biçimini belirlediğini söyler, kapitalizm de üretim araçlarına ve sermayeye sahip olan burjuva sınıfının çıkarına işleyen, onu meşru kılan bir sistemdir.
Marx, metaların kullanım değeri ve piyasa içindeki değişim değerini birbirinden ayırır. Marx'a göre sermaye, yeni bir meta üretmek amacıyla satın alınan metanın yarattığı ekstra değişim değerinden oluşur. Emek gücünün kendisi kapitalizmde bir meta haline gelir, emek gücünün değişim değeri ücret olarak yansır, fakat bu da kapitalist için ürettiği değerden daha azdır. Bu farklılık artı değer yaratır ve kapitalistin sermaye birikimini ve karını oluşturur. Kapital isimli kitabında Marx, kapitalist üretim biçiminin işçilerin yarattığı artı değere el koyma biçimiyle farklılaştığını yazar -- bundan önceki toplumlarda da artı değere el konulurdu, fakat kapitalizm buna üretilen metaların satış değeri aracılığıyla el koyduğu için bir ilktir. Sermaye sahibi veya burjuvanın çıkarına çalışan bu döngü de sınıf savaşının temelini oluşturur.
Vladimir Lenin, Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması (1916) çalışmasında Marxçı bakış açısını yenileyerek, kapitalizmin yeni kaynaklar ve piyasalar bulmak amacıyla zorunlu olarak tekelci kapitalizme - Lenin bu durumu emperyalizm olarak da tanımlıyordu - sebep olacağını, bunun da kapitalizmin son ve en yüksek aşamasını temsil ettiğini söyledi.
Weberci politik sosyoloji


Max Weber, 1917
Alman sosyolog Max Weber, kapitalizmin tanımlayıcı niteliklerinin anlaşılmasında büyük bir etki yaratmıştır. Weber`e göre piyasa değişimi, üretime göre kapitalizmin daha belirleyici bir özelliğidir. Kapitalist girişimler, önceki ekonomik sistemlerdeki faaliyetlerin aksine üretimi rasyonelleştirmişler, bu da verimlilik ve üretkenliğin en üst seviyeye çıkarılması isteğidir. Weber, henüz kapitalist ekonomiye geçilmediği zamandaki çalışanların, loncadaki usta ile çırak gibi, kişisel ilişkilere dayanan çalışmayı anladıklarını söyler.
Weber, Protestan Ahlakı ve Kapitalizm Ruhu (1904-1905) isimli kitabında kapitalizmin, geleneksel ekonomik hareketleri nasıl değiştirdiğinin izini arar. Rasyonel aktivitenin ruhu, kapitalist değişimi önleyen geleneksel kısıtlamaları ortadan kaldırmış ve modern kapitalizmin gelişmesini sağlamıştır. Bu ruh giderek tedavinin edilmiş bir hukuka dayandırılmıştır, bunların arasında ücretli işçilerin emeğini yasal olarak satabilme "özgürlüğü", teknolojinin rasyonel ilkelere dayanan bir üretimin organizasyonunu sağlayabilmesi için desteklenmesi, işçilerin ev ve işyeri arasındaki hayatının kamusal ve özel yaşam olarak ayrımının net olarak belirlenmesi sayılabilir. Bu yüzden Weber kapitalizmi, Marx`ın aksine, üretim araçlarının değişmesinin birincil sonucu olarak görmez. Onun yerine kapitalizmin kökeni, politik ve kültürel dünyada ortaya çıkan yeni girişimcilik ruhunun yükselmesinde yatar. Protestan Ahlakı`nda, bu ruhun doğuşunun da Protestanlığın, özellikle Kalvinizmin yükselişiyle ilgili olduğunu söyler.
Weber'e göre kapitalizm, insanlık tarihinin en gelişmiş ve karmaşık ekonomik sistemidir. İlerlemiş iş ortaklıkları, kamu kredisi ve modern dünya bürokrasisi kapitalizmle yakından ilişkilidir. Gene de Weber kapitalizmin rasyonelleşmiş eğilimlerinin, kültürel değerler ve kurumlar için potansiyel bir tehdit oluşturduğunu ve insan özgürlüğünü bir "demir kafes (stahlhartes Gehäuse)" içine sıkıştırabileceğini söyler.
Alman Tarihçi Okulu ve Avusturya Okulu
Alman Tarihçi Okulu`na göre, kapitalizm esas olarak piyasalar için var olan üretim teşkilatlarına dayanarak tanımlanır. Bu görüş Weber`le benzer bir kuramsal temeli paylaşır fakat para ve markete yaptığı vurguyla ondan farklı bir yere konur. Alman Tarihçi Okulu takipçilerine göre, geleneksel iktisadi hareket biçimlerinden kapitalizme geçiş, kredi ve para üzerindeki orta çağ kısıtlamalarının yerini kar güdüsüyle yakından ilişkili para ekonomisinin almasıyla ortaya çıkar.


Ludwig von Mises
19. yy sonlarına doğru Alman Tarihçi Okulu`ndan daha farklı bir yere oturtulan Carl Menger ile ortaya çıkan Avusturya Okulu, sonraki jenerasyon takipçileriyle birlikte [20. yy]]`da da etkili olmuştur. Avusturya Okulu`nun öncülerinden Joseph Schumpeter kapitalizmin "ister istemez her kapitalist teşebbüsün ergeç bu gelişime uymak zorunda olacağı" yaratıcı yıkımına vurgu yapmıştır. Piyasa ekonomilerinin sürekli değişim geçireceği gerçeğine dayanan bu düşünce, sürekli yükselen ve düşen sanayilerin olacağını söyler. Schumpeter`in popülerleştirdiği bu düşünce, çağdaş ekonomistleri etkilemiştir ve ekonominin büyümesi için kaynağın küçülen sanayilerden gelişmiş sanayilere doğru akması gerektiği sonucu çıkmıştır. Ama kaynağın düşen sanayilerden çekilmesinin, kurumsal direnmenin değişik biçimlerinden dolayı, güç ve yavaş olacağını gerçeğini de belirtmişlerdir.
Avusturyalı ekonomistler Ludwig von Mises ve Friedrich Hayek piyasa ekonomisini 20. yüzyıldaki planlı ekonomi düşüncesine karşı savunmuşlardır. Sadece piyasa kapitalizminin kompleks ve modern bir ekonomi yaratacağını söylemişlerdir. Çünkü modern ekonomi, birbirinden çok ayrı ve geniş bir mal ve hizmetler düzeni, oldukça fazla tüketici ve şirket pozisyonu yaratır ve piyasa kapitalizmi dışındaki herhangi bir ekonomik düzende bilgi, o düzenin bilgiyi elinde tutabilme kapasitesini aşar ve bu da bilgi ve haberleşme sorunu yaratır. Arz ekonomisi düşünürleri Avusturya Okulu çalışmaları üzerine kurar ve "her arz kendi talebini yaratır" diyen Say Kanunu`nu özellikle vurgular.
Avusturya Okulu, laissez-faire kapitalizminin ideal ekonomik sistem olduğunu söyleyen özgürlükçülük ideolojisi üstünde büyük bir etki bırakmışlardır.

Bugün ? Kriz ?

Cumhuriyet yazarlarından Erinç Yeldan kriz için şu satırları yazıyor :
Uluslararası iktisat öğrencileri ekonomik krizlerin sınıflamasını yaparken kabaca iki gruptan söz ederler. Birinci nesil krizler kamu sektörünün aşırı harcama içine girmesi ve bütçe açıklarını merkez bankası kaynaklarından para basarak karşılaması sonucu ortaya çıkmış ve çoğunlukla 1970’li yıllarda görülmüştür. İkinci nesil krizler ise finans kesiminin eksik denetimi altında özel finans kuruluşlarının (bankaların) aşırı risk taşıması sonucunda bilançolarının aniden bozulması neticesinde ortaya çıkmıştır. Bankacılık kesiminin açık pozisyonlarının artması sürecinde finansal kırılganlık da derinleşmiştir. Bunun sonucunda döviz kurunun birden bire pahalılaşması bankaları ödeme güçlüğü içine sokmuş ve bu ekonomiler bir likidite ve döviz krizine sürüklenmişlerdir. 1994 Meksika, 1997 Asya, 2001 Türkiye ve Arjantin bu tür krizlere örnek gösterilmektedir.

Günümüzde bankacılık kesiminin bilançolarının daha yakından denetlendiği ve borçlanmalarının yakından takip edildiği gözlenmektedir. Oysa finansal olmayan kuruluşların ve şirketlerin dış borçlanması üzerine herhangi bir denetim mekanizması mevcut değildir. Şirketler döviz kurunun ucuzluğunu fırsat bilerek aşırı risk almaya heveslenmekte ve bunun neticesinde de dış borçlarını hızla arttırmaktadır. Bu sürece müdahalede bulunmak bir yana, mevcut hükümet bu olguyu “piyasa güçlerinin kararları en rasyonel kararlardır” fetişi ile göz ardı etmekte ve “dışarıdan sağlıklı finansman geliyor” değerlendirmesiyle adeta özendirmektedir. Bu sürece bir de özel hane halklarının “kredi kartı borçları” eklendiğinde finans dışı kesimin borçluluğunun önemli bir kırılganlık yaratması kaçınılmaz hale gelmektedir.
Türkiye’de (döviz kurundaki pahalılaşma yaşanması durumunda ...) aşırı dış borç içine sürüklenmiş bulunan şirketler ve hane halklarının finansal dengeleri hızla bozulmaya itilecek ve reel sektörde önce küçük ve orta boy işletmelerden başlayan iflaslar, yan sanayilerin çökmesi ve yaygın işsizlik ile derinleşen bir reel sektör krizi yaşanabilecektir. Reel sektörün intibak mekanizmaları, finans sektörüne görece daha yavaş ancak daha kalıcı ve derin olduğu için, bu tür bir kriz tetiklendiğinde krizin biçimi, söz gelimi 2001’de olduğu gibi ani bir çöküş biçiminde değil, zamana yayılmış uzun süreli bir durgunluk şeklinde tezahür edebilir.
Bu tür bir kriz olgusu yukarıda saydığımız iki kriz tipolojisinden farklı olarak, gelişmekte olan piyasa ekonomilerinde doğrudan reel sektörden kaynaklanan bir üçüncü nesil kriz biçiminin yapısal koşullarının oluşmakta olduğunu belirtmektedir. Türkiye’nin de aralarında bulunduğu yüksek cari açık veren ve yüksek dış borç taşıyan ülkelerin böylesi bir tarihsel dönemeçte olduğu görülmektedir.

Cumhuriyet’ten Ergin Yıldızoğlu bu krizi şu şekilde açıklıyor :

Şimdi bu tükenişin esas olarak ekonomik yanı üzerinde duralım.
Önce somut gelişmelere, sonra bunlarla kapitalizmin gelişme eğilimleri arasındaki ilişkiye, son olarak da uzun tarihsel süreçteki yerine bakalım.

1) Somut gelişmeler: ABD ev piyasalarında başlayan mali bir sarsıntı, hızla, kredi piyasalarına, oradan bankalara, bankalardan banka dışı mali piyasalara sıçradı. Avrupa’ya bulaşmaya başladı. Bu sırada dünya borsaları arasındaki senkronizasyon güçlendi dalgalanmaların şiddeti arttı, 70’yılın en yüksek düzeyine ulaştı.

ABD ekonomisi resesyona girdi, Dünya ekonomisi yavaşladı, enerji ve emtia fiyatları durgunluğa rağmen yükseldi.ABD – AB merkez bankaları ilk aşamada piyasalara bir trilyon dolardan fazla para bastılar, FED Faizleri altı kez indirdi. Kredi piyasalarındaki güven sorunu aşılamadı.

Diğer bir değişle son 30 yılın olağan çözümleri işlemedi, işlemiyor. FED 1929’dan bu yana ilk kez banka sektörü dışındaki finans kurumlarını kurtarmaya başladı. Tüm eşik altı konut kedilerinin, batık bankaların geçici olarak devletleştirilmesi, mali piyasaların yakından denetlenmesi gündeme geldi, hatta öyle ki dev bankalar birer birer kamulaştırıldı. FT’den Martin Wolf “serbest piyasa rüyası” öldü açıklamasını yaptı.

i. Bazı büyük bankalar batacak, bazıları birleşecek, heç fon piyasası büyük ölçüde temizlenecek. Trilyonlarca dolarlık sermaye devalüe olacak!
ii. Kredi piyasasındaki daralma, reel ekonomiyi etkileyecek o da, kredi piyasasını. Böylece bir fasit daire oluşacak kriz durgunluğu, durgunluk krizi besleyecek
iii. Artan işsizlik ve yoksullaşma, dünyanın emekçilerinde büyük refah kaybına neden olacak.

2) Kapitalizmin eğilimleri: Bu krizin dışa vurumu olan aşırı üretim-eksik tüketim sorununun, 1970’lerden bu yana aşılamaması, krizin yapısal olduğunun gösteriyordu.Bizi bu günkü duruma, sermaye sınıfının bu krize karşı geliştirdiği tepkiler, siyasi refleks getirdi. Yani sürekli pohpohlanan üretim ve bunun karşısında gün geçtikçe alım gücü düştüğünden tüketemeyen emekçi sınıfı, kısacası kapitalimin en büyük çelişkilerinden biri.

Özetle:

i. Kar oranları gerilemeye başlayınca sermaye, birikmeye devam edebilmek için dolaşıma, spekülasyona kaymaya başladı.
ii. Hükümetler, sömürü oranını arttırmak için işçi sınıfının sosyal haklarına, kurumlarına ücretlerine saldırdı. İşçi sınıfının tüketim kapasitesi daralmaya başladı.
iii. Sermaye, aşırı üretim, talep yetersizliği sorununu aşmak, kaynak maliyeti sorunu hafifletmek için, ihracat ve dış yatırımlar yoluyla başka coğrafyalara göç etmeyi hızlandırdı.
iv. Bu iki süreci desteklemek için finansallaşma, iletişim, veri işlem teknolojilerinin gelişimi hızlandı. Talep yetersizliğini aşmada kredi mekanizması önem kazandı:

Sonuç

a) Sermayelerin, mali devreler, yeni teknolojiler, tedarik zincirleri yoluyla yoğunlaşan uluslararası bütünleşmesi, kırılganlığı ve bulaşıcılık eğilimini arttırdı.
b) Finansallaşma, gayrimenkul ve kredi köpüğüne dönüştü. Sonra bu köpükler delindi
c) Şimdi, kredi hacmi daralırken, talep doğal sınırına, ücret, kira ve kar gelirlerine daralıyor, emekçileri büyük refah kayıpları bekliyor.
d) Aşırı üretim, talep yetersizliği sorunu yeniden öne çıkıyor

Bu ortamda üç dinamik çok önemli
a. Devletlerin kaynak dağıtma kapasitesi giderek önem kazanıyor: Sermaye grupları arasında devletten yararlanma savaşı sertleşiyor.
b. Hammadde, enerji kaynaklarını denetleme, piyasaları rakiplerine karşı koruma refleksi yeniden güçleniyor- büyük güçler arası siyasi kültürel askeri rekabet keskinleşiyor.
c. Emekçi sınıfları denetim altında tutabilmek için, yeni yasalar, teknolojiler, sınıf mücadelesinin önünü kapatacak, bölünmüşlüğü güçlendirecek, dini, etnik kimlik siyaseti körükleniyor.

Bu kez bir de hızlandırıcı etken var: Küresel ısınma, su ve gıda kaynaklarını daraltarak, rekabeti daha da yaşamsal hale getiriyor. Kapitalizmin üretim ve tüketim modelinin sürdürülemeyeceğini gösteriyor.

3) Peki Kapitalizmin tarihi açısından neredeyiz:

a. Yapısal Krizin bir düzenleme ve finansallaşma dönemi (neo-liberalizm-küreselleşme) sona eriyor: Kriz tüm birikmiş sorunlarıyla birlikte kendini dayatıyor.
b. Örneğin 1873 de başlayan krizi, emperyalizm, sömürgecilik, mali genişleme, yeni teknolojilerle aşma süreci 1929’da çöktü: Mali kriz depresyona dönüştü ve nihayet bir hegemonya değişimi süreci başladı
c. Ama o sırada, işçi hareketinin, Paris Komünü yenilgisini izleyen yaklaşık 40 yıllık durgunluktan çıktığını, yeni bir teorik, kültürel ve örgütsel atılım başlattığını görüyoruz: Lenin, Rosa, Troçki, Bukharin Gramsci: Emperyalizm teorisi, hegemonya teorisi, devlet-parti teorisi, Sovyetler, yeni devletler vb…
d. Şimdi yine böyle bir yenilenmeye uygun bir döneme giriyoruz diye düşünüyorum. Ama şunu unutmamak gerekir. 20. Yüzyılın başında yenilenen hareket bir önceki dönemin hem devamıydı hem de yaratıcılığıyla onu aşıyordu: Gramsci’nin “kapitale karşı devrim” sözlerini, Parti devlet yapılarını, cephe örgütlenmelerini, anımsayalım.

Bu kez de hem geçmişin devamı olmak hem de onu, tekrarlamaya kalkmadan yaratıcı bir biçimde aşmayı başarmak gerekiyor. Başarısızlığın faturası tüm insanlık açısından çok ağır olacak! Çünkü bu kez kriz, hızlandırıcı, küresel ısınma etkeninden dolayı bir “uygarlık krizine” dönüşmüş durumda…

Kimi teorisyenlere göre ise kapitalizm 4. Buhran Dönemi’ni yaşamaktadır. Bu teoriye göre ise 2008 krizinin asıl nedeni her ne kadar finanslaşma eğilimi üzerinde patlak vermiş olsa da emperyalist birikim tarzının bu dönemde yarattığı en büyük artık sermaye – artık emek gücü kutuplaşmasıdır. Bugün dünyanın bir tarafında büyük bir sermaye birikmesi yaşanırken , dünyanın diğer bir tarafında korkunç bir yoksul emekçi kitlesi ayartmaktadır. Bu emekçi kitlesine gün geçtikçe işçileşen mühendis, doktor, öğretmen gibi hizmet sektöründe çalışanları da eklersek kapitalizmin krizinin ne denli derin ve kendiliğinden olduğunu görebiliriz. Fakat bir taraftan işçileşme artıp alım gücü düşerken diğer yandan ürettiği ürünü satmak zorunda olan sermaye sınıfı , son kırk yılın sermaye birikiminin tökezlemesi sonucu panikleyerek daha az işçiye daha çok üretim yaptırmak istemektedir. Böylelikle toplam kar belirli bir düzeyde tutulmaya çalışılmaktadır. Bunun ilk belirtisi dünya çapında yaygınlaşan işsizlik krizidir. Özellikle işsizlik krizi metal ve tekstil sektöründe görülmektedir. Bu işin iç yüzünü öğrenmek için ise büyük GM,Ford, Chrysler gibi devleri incelemek gerekmektedir.Sonuçta 4. Buhran Dönemi teorisine göre bu dönemin ekonomisi, kapitalizmin sağlığının , her türlü üretken girişimi şişirip ardından patlatarak elde ettiği ranta bağlıdır. Çünkü genişleyen sermaye işçi sınıfından vazgeçemez. Çünkü üretimi salt makine ile gerçekleştirmeye çalışmak insan-robotları tüketememesine neden olacaktır.

Bu teori ve/veya görüşlerden hangisi doğru bunu belki de tarih gösterecek ; ama herkesin bildiği bir gerçek var ki, insanların temel ihtiyaçlarını karşılamaktansa onları hayaller ile yaşatmayı tercih eden bir sistem olan kapitalizm, yalnızca belli bir zümreye hizmet etmekte ve her geçen gün kendi mezar kazıcılarını yaratmaktadır.

Ve son olarak unutmayalım ki suyun akışı değiştirilemez.


Kaynaklar :

http://tr.wikipedia.org/wiki/Kapitalizm
Ergin Yıldızoğlu Emek Araştırmaları Merkezi tarafından düzenlenen konferansta yaptığı sunuş, 29 Mart 2009
Erinç Yeldan , Cumhuriyet Gazetesi , 20 Kasım 2008
http://www.sendika.org

Yorumlar

  1. bune ya bide internet aradıgımız hiç birseyı bulamıyoruz

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

İsveç Aylığı: Ocak

Derbentçilik

Şelteoğulları (Baba Tarafı Soyağacı)