THE GODOSH

Yoldaki çizgiler, düz beyaz bir çizgi halini alıyor otobüsün hızı arttıkça. Parasını uzatmayanlar diye bağırıyor muavin, iyice üst üste alt alta bir hale gelen yolculara. Kümes gibi tanımlamasını yapabilmek için sanırım kümeste bulunmuş olmaya gerek yok. Camların hepsi açık lakin doğal klimanın mikro iklimde dahi değişikliğe yol açamadığını, ter içindeki yüzlerden okuyabilmek mümkün. Oksijen oranının, yüzde yirmi birin altına inince neler olacağını düşünmek bile Uykusuz okurken yüzümdeki gülümsemeyi silip götürüyor. U.’ya bakıyorum, gülüyor, “Tamam, tamam beş dakika kaldı” diyor. İnanmıyorum ve mizah dergime dönüyor, hayatın içerisinden fırlamış uzun yazılarda boğuluyorum. Arkada K. ve M. çocuğuna şiddet uygulayan ve ağzının ortasına yumruk attıktan sonra şizofreni bir şekilde çocuğunu öpen bir anne karşısında, şok deryalarında alabora olmamaya çalışıyorlar. Şoför ve muavin, koro halinde do-re-mi-fa çekiyorlar, evet geldik. Eve giriyoruz. Hava karanlık. Açız ama bir bira aşkı var ki bünyede öyle böyle değil. Bir kasadan fazla alınan bira, tekel bayii sevindiriyor, umutlandırıyor. Güzelce yudumlanan ‘sözde’ soğuk biralar, devamında yumuşacık yastıklarda son buluyor.

Sabah erkenden gözlerimi açıyorum. Sporcu kimliğimle bütünleşen zinde ruhum, herkesi uyandırmaya yetiyor da artıyor. B. annemiz olarak kahvaltıyı hazır ediyor. U. M. ve K. uyanıyorlar kahvaltılar yapılıyor, kremler sürülüyor, deniz özlemiyle yanıp tutuştuğumuz ve ateşimizi gazozla söndüremeyeceğimiz için gerçekten kasıp kavrulacağımızı bile bile, öğlen sıcağında denize koşuyoruz. Bizim dışımızda denizde sadece çamur çocuklar var. Atlama yarışması yapıyorlar. En fazla atlayan, sanırım en çok konuşan kısa boylu çamur çocuk; çünkü puanı beş bin iki yüz. Biz de yarışıyoruz. K. gerçekten denizde bir sıçan halini alıyor. Bu arada sırtında beliren ikinci bir K.’yı doktora kesinlikle aldırması lazım, yoksa Çernobil etkisi diyerek çevreciler üzerimizden prim yapabilirler. U. gerçekten kaliteli atlayışlar yapıyor. Aldığı puanlar çok yüksek, eminim Phleps görse yüzmeyi bırakır. Hele o ters taklaları, güvercin misali…

Öğleden sonra tavla ve king turnuvaları eşliğinde geçtikten sonra akşam yemeği hazırlanıyor, yeni gelen Ö. ve F. arkadaşlarla mangal yapılıyor, etler iyice pişiyor, biberler közleniyor, rakılar ‘sözde’ buzlanıyor, peynirler ve kavunlar dansa eşlik etmek için piste çıkıyorlar ve deniz,rakı,meze üçlüsünün en sadık dostu ve olmazsa olmazı muhabbet başlıyor. Yirmi beş yaşına gelmiş ve hala diş teli takmanın saçmalığı, yirmi beş yaşına gelen ve hala metal dinleyerek ‘bang bang’ yapmaya çalışma durumuyla yarışır halde. Bir de U.’nun oroine son vermesi tüm ülke tarihimize ve dünya tarihine yeni bir özdeyiş, bir atasözü, bir deyim kazandırıyor: “Yaş yirmi beş abi, tel, metal, oroin yok!”

F. ve B.’nin gece banyoyu zifaf odasına çevirmesi, analık duygularının yıkımı karşısında şoke olan A., K., U. ve içi boşken artık dolan hümanist M. biralar eşliğinde çevirecekleri yeni filmin adını buluyorlar : “The Godosh”

F., B. ve Ö.’nün yaz evini terk etmeleri sonrası geyiğin ayyuka çıktığı, kahkaha ve gözyaşının birbirine karıştığı tatilimiz gene biralar eşliğinde, yemek yemeden ve uzunca bir yolculukla geri dönülmek suretiyle sona eriyor.

Aydın Şelte
18.07.2010

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İsveç Aylığı: Ocak

Derbentçilik

Şelteoğulları (Baba Tarafı Soyağacı)