Üçüncü Düş
İnsanın
başlangıcı ister evrim tarihi açısından ele alınsın, isterse ademoğlunun
yaratılışı ile başlasın bir yolculukta. Öyle dipsiz bir yolculuk ki bu sonu
belirsiz başı belirsiz… Bilgimiz kısıtlı ve az ama aksine merakımız oldukça
büyük… Açız bilgiye, açız varlığın algısına… Fakat yalnız ruhu bilme açısından
zannetmemeliyiz bilgimizin azlığını. Eşyanın doğasına dair bilgilerimiz bile
ruhumuza ait olandan çok değil. Peygamberlerin geride kaldığı bir okyanusta
ilerlemeye çalışıyoruz artık. Farkında mısınız evrenin bizim zindanımız
olduğundan? Onu anladığımız, ona hükmettiğimizi sanıyoruz sadece. Oysa o kadar
kayıtsız ki bize karşı ve biz o kadar kibirliyiz ki var olduğumuzu düşünüyoruz.
Sadece bir düşünme hali zuhur ediyor ise neden korkuyoruz ki bu kadar? Var
mıyız ki yok olmaktan korkarız bu kadar? Her bir atom parçacığımızın birbirine
dönüştüğünü, alemin tümünün, başından sonuna, birbirine bağımlı olduğunu ve
nihai olarak ışıkta birleşeceğimizi neden anlamazdan geliriz? Işığın patlayıp
genişlemesi ile ortaya çıkan evrende, evrenin ritmi, sonsuz döngüsü ve insanın
ortaya çıkış serüveni, bir çocuğun ana rahmine düşmesinden bir gezegenin
doğumuna kadar her şey… İnsan döngü (evrim) yoluyla gelişerek bu hale
gelebilmiştir. Element olmaktan tutunda nebatat ve mahlukat evrelerinden süzüle
süzüle, seçile seçile, arına arına gelişerek insan olabilmiştir. Sudan buluta,
topraktan madene, hücreden mahlukata kadar her şey bir devir halindedir.
Bizi
ilerleten nedir peki? Nedir bizi insan yapan? Bugün neredeyse her yerde, evde,
metroda, vapurda, okulda, iş yerinde yüzü asık, bir motivasyon arayan insanlar…
Bulamıyoruz o motivasyonu. Satın alıyoruz, tüketiyoruz. Buna karşı çıkıyoruz,
kitaplara gömülüyoruz, müziğe bırakıyoruz. Yine de olmuyor. Çünkü en önce
olması gereken şeyi bırakmadık mı? Sevgiyi yeniden ve yeniden üretemiyoruz.
Değişemiyor, her gün bir önceki günden daha çok sevemiyoruz. Biliyor muyuz her
bir insan uçsuz bucaksız bir okyanustur ve her bir fersahı keşfedilmeyi bekler?
Sevgiyi üretmek be kardeşim! Sevgisizlerin, sevgimizi sömürmelerini önlemek
için mücadele etmek, onu sevdiğin için her gün sevinmek, beklememek, her gün
sevdiğinin iyiliği için bir şey yapmak, yenilemek, gelişmek, vermek, almak… Bir
bilsek mutlu ettikçe mutlu olabileceğimizi. Bir bilsek verdikçe çoğalacağımızı…
Yalnız kalmayı istemenin bencillik, her paylaşmanın da cömertlik olmadığını…
Biz
mutluluğu öyle yanlış yerlerde arıyoruz ki… Oysa sen aslında bir insana
hükmetmek, ne de ona kul köle olmak istersin. Ne aldatmak, ne oyalamak, ne de
olduğundan başka türlü görünmek istersin. Ne varlığın – zenginliğin peşindesin
aslında ne de başkalarının zenginliğinin… Herkes mutlu olmadan biz de mutlu olamayız
bunu bilirsin sen. Ve her ikimiz de çok iyi biliyoruz ki dostum, özgürlüğün
olmadığı yerde mutluluk yoktur.
Ah
be insanoğlu, sen, niçinine kendinin de akıl erdiremediği bir soru varken,
varlığının sağır derinliklerinden bilincinin aydınlığına doğru ağır ağır
yükseliyorsun!
Yorumlar
Yorum Gönder