ölenle ölmeyenlerin mabedi
"yaşamak görevdir bu yangın
yerinde, yaşamak, insan kalarak"
metin altıok
Gelişlerde,
gidişlerde, terk edişler ve terk edilişlerde... Bir damla gözyaşının
süzülüşünde, hiç bitmeyen yollarda, bir böcekte, bir çiçekte, belki varlığın
biçimsizliğinde, belki de yokluğun içindeki görünmeyen renklerinde… Dilimde,
zihnimde, kalemimde, en çok da gönlümde…
Bu
zaman öyle zaman ki, kayıplar, ölümden daha acı, çünkü bilirsin ölüm kesin
ayrılıktır, dayanılabilir, gerçektir, nihayettir. Ama kavrayamaz beynin
yaşarken ki ayrılığı, nefes alınırken ki ölümleri. Kıyıya vuran her çocukta bir
nefes sıkışır boğazına, son nefes olmasını dilersin, tutarsın sıkarsın kendini,
can vermeye bile derman bulamazsın. Uzaklarda bir yerde bombalar patlarken,
yanında sesini duyduğun arkadaşının kahkahası baskın gelsin istersin. Dilin
tehlikeli gelir, diyemezsin, susamazsın, konuşamazsın, başını da çeviremezsin,
sıkışırsın iyice sıkışırsın, anlatsan kime? Ağlarken de gözyaşların yoksa eğer
gülemezsin de artık… En değerli incilerini kaybetmişsindir. Oysaki
gözyaşlarından kolye yapacaksındır ona. İnsanı sevmektir ya hani onu da sevmek.
Leyla’nın adıdır ya aşk, öyle bir şeydir işte. Ferhad’ın hasta çocuklar için,
yeni doğmuş bebekler için, yaşlılar için dağı delmesi Şirin değil midir?
Kötü zamanlar ama en kötüsü ölüm değil, yo hayır değil. Ölümden ötesi var evet. Yaşayanların artık konuşmaması mesela. Yalnızlığın söyleyemeyecek kadar yalnızlaşması. Kendiliğinden oluşan bir kaçış, ama içeride bir arayışın dipsiz boşluğu ve sanki üryan gelmemişsin gibi maddenin yokluğunu var etmesini ummak... Bilirsin yapayalnız gideceksindir dünyaya sığışması mümkün olmayan arzularının yeniden ve yeniden ürettiğin saklı olduğu mağarana doğru. Korkarsın. Nefsin nemli ve sıcak fücur madenine doğru gittikçe kendinden iyice uzaklaşırsın. Sevgiyi üretmekten o kadar uzaksındır ki artık, herkes düşmanındır ve en büyük düşmanın da kendindir.
Kötü zamanlar ama en kötüsü ölüm değil, yo hayır değil. Ölümden ötesi var evet. Yaşayanların artık konuşmaması mesela. Yalnızlığın söyleyemeyecek kadar yalnızlaşması. Kendiliğinden oluşan bir kaçış, ama içeride bir arayışın dipsiz boşluğu ve sanki üryan gelmemişsin gibi maddenin yokluğunu var etmesini ummak... Bilirsin yapayalnız gideceksindir dünyaya sığışması mümkün olmayan arzularının yeniden ve yeniden ürettiğin saklı olduğu mağarana doğru. Korkarsın. Nefsin nemli ve sıcak fücur madenine doğru gittikçe kendinden iyice uzaklaşırsın. Sevgiyi üretmekten o kadar uzaksındır ki artık, herkes düşmanındır ve en büyük düşmanın da kendindir.
Şimdi
komşularımızı mı öldüreceğiz tekrar? Bir fanatizmle tekrar karnında bebe
taşıyan kadınların mı karınlarını deşeceğiz süngülerle? Kafalar mı keseceğiz
tekrar? Ne kadar daha çocuk tecavüzleriyle, kadın cinayetleriyle,
yalnızlaşmakla yaşayacağız? Daha ne kadar hayvan sürüleri gibi otobüslerde,
metrolarda „farkına bile varamadığımız“ yolculuklar yapmaya devam edeceğiz?
Daha ne kadar birbirimizden korkacağız? Bir şeyleri hızla ve daha fazla kazanmak için daha ne kadar can vereceğiz? Ölülerimizi bile kaldıramadığımız şu dünyaya daha ne kadar evet demeye devam edeceğiz? Yahu hayallerimiz beraber eğlenmek
değil miydi? Beraber çalışmak, beraber yemek yemek, beraber içmek, sevdiğimizi
haykırmak, o yıllar önce bıraktığımız saf duyguları hiç bırakmadan yaşamak
değil miydi hayalimiz?
Kimse
mutlu değil artık. Belki de zaten değildi, belki de zaten mutlu olmak amaç olmamalı…
Ama ne kaybettik mutluluğun bir düşünce biçimi olduğunu. Mutluluk, hayat
felsefesiydi, o felsefeye uygun yaşamak ve düşünmekti. Süreğendi.
Mutlu
olun. Mutluluk yaşatın.
Yaşamak
direnmektir. Ve diretmektir; ayakta kalmaya.
O
yüzden dostlarım, o yüzden arkadaşlarım, o yüzden ama uzaktaki ama nefesimden daha yakın sevdiğim, bazen ölüme de direnmektir, yaşatmak
için insanı... Ölmeyin ulan, direnin dayatılan tüm ölümlere!
aydın şelte
19.03.2016
Yorumlar
Yorum Gönder