Gör Dedin Gördüm
Ve dedin ki incecik bir yüktür bulutların taşıdığı.
Ve dedin ki hafifliği pamuk ipliğidir.
Ve dedin ki gözlerine dokunup sözlerini avuçlarına almak gibidir.
Ve dedin ki apansız boşalır gözlerden yağmur.
Ve rahatlar bulutlar kanser olmuş gökyüzünde bir nefes.
Kapının eşiğinde duruyorum bazen. Eşikte durmak nedir bilir misin? Eski Fin geleneklerine göre, sevilmeyen insandır mesela. Misafirliğe, eğlenceye gelen insanlara sen git eşikte dur derlermiş. Eski Türk geleneklerine göre eşikte durunca eve kötü ruhlar girer bir daha çıkmazmış, uğursuzluk getirdiğine inanılırmış. Ama daha çok içeri girecekmişim de giremiyorum, dışarı çıkacakmışım da çıkamıyorum, gitmek istiyorum gidemiyorum gibi… Kararsızlıkla belirsizlik arasında durup oturuyorum. İstemli mi değil mi onu bile bilmiyorum. Uzaklaşamıyorum ve yakınlaşamıyorum. Sevinemiyorum ve üzülemiyorum. Bir içeriye adım atacak gibi oluyorum, bir dışarıya. Ne ara böyle vahşileştim hiçbir fikrim yok. Kendimden bile yoruldum be!
Görmeye başladığı insan başlıyor her şey aslında. Bu fiil öyle bir basit fiil değil. Çünkü “bakmak” değil be gülüm, görmek bu fiil! Bir işlemden geçirmek, algılamayı, yorumlamayı, sonuç çıkarmayı kapsıyor. Girdi ile çıktının mükemmel uyumsuzluğu ise beynini parçalıyor, lime lime ediyor. Belki melankoliyi sevdik, belki acının vazgeçilmezliği bal oldu eridi gitti damaklarımızda, tıpkı gözlerini dolduran senden bir melodinin kulaklarında erimesi gibi.
Eşik kelimesi ile derviş aynıdır bilir misin? Bu açıdan olumlu karşılanabilir ama dervişler yalnızdır. Aşk’a âşıktırlar. Arayıştadırlar, arayışın ta kendisidirler. Bir de eşiktelik kavramı vardır ki bu bir çeşit marjinallikmiş, yani marjinalleştirilme durumu imiş. “Yolcunun” muğlak olduğu durumu ifade edermiş. Muğlaklık insanı kelimeler boğup büyütürken, düşmeyen kelimelerin salındığı sonsuz bir boşluğu yaratır içinde. Sonunda kişi bilinçaltının karanlıklarına dalıyor işte. Tanrının şekilsizliğini gördüğü noktada tam bir ümitsizlik yaşanıyor. Acı bir teslimiyet ve bu teslimiyet insanı ölüme götürüyor.
Kaybetme korkusu yaşıyorum artık. Kısa sürede, hayatıma girme potansiyeli taşıyan insanları tanımayı öğrendim. Hiç ama hiç iyi bir şey değil bu. İnsan olmaya uygun bir davranış değil. İnsan dener. Yanılır. Hata yapar. Acı çeker. Mutlu olur. Görür güzelim görür. Öğrenir. Hatırlar. Gülümser. Yaşar, yaşatır. Ölür ve öldürür. Bilmiyorum eskiden nasıldı bu şehir kapıları. Kim tutuyordu şehrin anahtarını. Olmayan şeylerin olduğunu, olmayacak şeylerin olacağına inandık galiba. İp atlayan kızlara bakan erkeklerdik. Tanrı dediğimiz her şey üstümüze yıkıldı. Altında kaldık.
Özlüyorum be çocuk olmayı. Birçok şeyi değiştirir miydim bilmiyorum ama kendimi kanıtlamak için değil de olabileceği kadar sıradan ya da tam tersi olabileceği kadar etki yaratacak bir insan olmayı isterdim. Bir devrimci olmayı başarabilmeyi... Belki de en büyük yaram budur. Sadece şikâyet eden biri olarak kalmam da…
Gör dedin gördüm.
Ve dedin ki hafifliği pamuk ipliğidir.
Ve dedin ki gözlerine dokunup sözlerini avuçlarına almak gibidir.
Ve dedin ki apansız boşalır gözlerden yağmur.
Ve rahatlar bulutlar kanser olmuş gökyüzünde bir nefes.
Kapının eşiğinde duruyorum bazen. Eşikte durmak nedir bilir misin? Eski Fin geleneklerine göre, sevilmeyen insandır mesela. Misafirliğe, eğlenceye gelen insanlara sen git eşikte dur derlermiş. Eski Türk geleneklerine göre eşikte durunca eve kötü ruhlar girer bir daha çıkmazmış, uğursuzluk getirdiğine inanılırmış. Ama daha çok içeri girecekmişim de giremiyorum, dışarı çıkacakmışım da çıkamıyorum, gitmek istiyorum gidemiyorum gibi… Kararsızlıkla belirsizlik arasında durup oturuyorum. İstemli mi değil mi onu bile bilmiyorum. Uzaklaşamıyorum ve yakınlaşamıyorum. Sevinemiyorum ve üzülemiyorum. Bir içeriye adım atacak gibi oluyorum, bir dışarıya. Ne ara böyle vahşileştim hiçbir fikrim yok. Kendimden bile yoruldum be!
Görmeye başladığı insan başlıyor her şey aslında. Bu fiil öyle bir basit fiil değil. Çünkü “bakmak” değil be gülüm, görmek bu fiil! Bir işlemden geçirmek, algılamayı, yorumlamayı, sonuç çıkarmayı kapsıyor. Girdi ile çıktının mükemmel uyumsuzluğu ise beynini parçalıyor, lime lime ediyor. Belki melankoliyi sevdik, belki acının vazgeçilmezliği bal oldu eridi gitti damaklarımızda, tıpkı gözlerini dolduran senden bir melodinin kulaklarında erimesi gibi.
Eşik kelimesi ile derviş aynıdır bilir misin? Bu açıdan olumlu karşılanabilir ama dervişler yalnızdır. Aşk’a âşıktırlar. Arayıştadırlar, arayışın ta kendisidirler. Bir de eşiktelik kavramı vardır ki bu bir çeşit marjinallikmiş, yani marjinalleştirilme durumu imiş. “Yolcunun” muğlak olduğu durumu ifade edermiş. Muğlaklık insanı kelimeler boğup büyütürken, düşmeyen kelimelerin salındığı sonsuz bir boşluğu yaratır içinde. Sonunda kişi bilinçaltının karanlıklarına dalıyor işte. Tanrının şekilsizliğini gördüğü noktada tam bir ümitsizlik yaşanıyor. Acı bir teslimiyet ve bu teslimiyet insanı ölüme götürüyor.
Kaybetme korkusu yaşıyorum artık. Kısa sürede, hayatıma girme potansiyeli taşıyan insanları tanımayı öğrendim. Hiç ama hiç iyi bir şey değil bu. İnsan olmaya uygun bir davranış değil. İnsan dener. Yanılır. Hata yapar. Acı çeker. Mutlu olur. Görür güzelim görür. Öğrenir. Hatırlar. Gülümser. Yaşar, yaşatır. Ölür ve öldürür. Bilmiyorum eskiden nasıldı bu şehir kapıları. Kim tutuyordu şehrin anahtarını. Olmayan şeylerin olduğunu, olmayacak şeylerin olacağına inandık galiba. İp atlayan kızlara bakan erkeklerdik. Tanrı dediğimiz her şey üstümüze yıkıldı. Altında kaldık.
Özlüyorum be çocuk olmayı. Birçok şeyi değiştirir miydim bilmiyorum ama kendimi kanıtlamak için değil de olabileceği kadar sıradan ya da tam tersi olabileceği kadar etki yaratacak bir insan olmayı isterdim. Bir devrimci olmayı başarabilmeyi... Belki de en büyük yaram budur. Sadece şikâyet eden biri olarak kalmam da…
Gör dedin gördüm.
Yorumlar
Yorum Gönder