Ocak
ve Şubat ayları İsveç'te havanın en soğuk olduğu aylar. Hava sıcaklığı
ortalaması ise bu iki ay süresince benim şehir Hagfors için ortalama en düşük
-7, ortalama en yüksek 2 derece olarak seyrediyor. Aralarda birkaç kez -20 civarlarını
ve en yüksek de 4 dereceyi gördük. Şubat ayı hayatımda ilk defa yaşadığım kepek
problemimin de ayrıdır aynı zamanda. Bunun nedeni ise aşırı derecede kuru olan
hava. Burada eğer hava soğuyor ve bu hava derinizi yakıyorsa bir anda, bu
Sibirya’dan gelen kuru hava anlamına gelirken, kademeli ama daha uç soğuklar
biraz da nemle birlikte kutuptan geliyor demektir. Neden Värmland mi? Värmland,
sıcak ülke demek olduğu için bu soru yerinde bir soru ve cevabı ise Avrupa
Birliğinin en büyük gölü Vänern ve ona bağlanan yine Avrupa'nın en uzun
nehirlerinden birisi olan Klarälven’in okyanustan taşıdığı sıcak hava
dalgalarıdır. O nedenle görece İsveç’in en sıcak bölgesi burasıdır. Sadece bu
dalga geldiğinde, rüzgârda da bir artış olabilir ki bu yağmurla olunca inanın
yağmurun yatay yağması gibi bir görsellik oluşturuyor! Güneş konusu ise şu
şekilde: ortalama olarak sabah sekiz buçuk civarı güneş doğuyor ve öğleden
sonra üç buçuk gibi de güneş batıyor.
Rüzgârdan
bir diğer ilgimi çeken noktaya dönmek istiyorum. Burada devleti görmeniz hem
çok kolay, hem de çok zor. Ortada bir kolluk kuvveti, polis, asker gibi
’geleneksel’ devletin baskı araçları pek gözükmüyor. Hatta büyük toplumsal
mitingler ve sinir güvenliği dışında görmüşlüğüm yok. Peki ”nerede bu devlet”?!
Bunu bir iş arkadaşımın bana ”Aydın, Sağlık Bakanlığı uyarı yaptı, rüzgâr var,
bere takmalısın” dediği gün anladım. Bereyi soğuk olduğu için değil, sağlık
bakanlığı söylediği için takıyorlar ve herkes bu sorumluluğu üstlenerek bere
takmayana uyarıda bulunuyor! Bu benim için ilk vurucu darbe oldu aslında.
Sosyal refah/devlet seviyesinin en üstte olduğu bu toplumda, yok etmeyi
düşündükleri devletin aslında bireylerin içerisinde gizlenmiş olduğu gerçeği
benim için artık saklı bir durum değildi. İnsanlara gelince, ilk izlenimim çok
net: farklı insanlar. Utangaç sayılabilecek derece de mesafeliler. Çok fazla
dostluk, arkadaşlık, komşuluk ve aile ilişkileri yok. Yapılan bütün aktiviteler
bireysel olarak başlayıp toplumsallaşıyor. Burada bencillikten bahsetmiyorum.
Birey olmayı başarmış ve toplumca düşünebilen ama sorunları ortak bir
örgütlenme olan devlet ve onun yürütücüsü hükümete fazlasıyla bırakmış bir
komünler zinciri. Yerel yönetimler komün olarak adlandırılıyor ve aşağıdan
yukarıya bir örgütlenme biçimi var ki, işte bu kıskanılacak kadar başarılı.

Bu
arada Şubat ayı da, tıpkı Ocak gibi banka hesabı açamadığım, bu yüzden maaşımı
alamadığım, interneti bağlatamadığım, televizyonu açtıramadığım ve daha birçok
şeyi yapamadığım bir ay olarak geçti. Çünkü hala vatandaşlık numaram gelmiş
değil! Çevreyi ve yapıyı anlama gayretim de devam ediyor tabi ki. İlk ay
çektiğim zorluktan sonra Şubat ayında edindiğim altın kural: her türlü dükkân,
market, banka, vergi dairesi açılış kapanış saatlerinin farklılık gösterdiğini
unutmamak gerektiği. Sonra canınız sıkılır. Ne içki alabilirsiniz, ne de
işlerinizi Cuma öğleden sonra veya herhangi bir günün saatinde
halledebilirsiniz.
İş
hayatına gelince, Almanya gibi katı bir disiplin olmadığı iki ayda aşikâr oldu.
Çalışma ortamı sizin en rahat edeceğiniz şekilde düzenlenmiş durumda. Müzik
dinleyenler, gitar çalanlar, terlikle gezenler, uzananlar ve daha
uzatabileceğim oldukça rahat bir ortam var. Ha bir de Fika! Her gün sabah dokuz buçuk ve öğleden sonra iki buçukta yarım
saat boyunca kahve içilip sohbet edilen bir etkinlik. Bunun bir de Cuma olanı
var ki, bölüm çalışanları sırayla her hafta sabah kahvaltısı, tatlı, pasta gibi
hazırlıklar yapıp diğerlerine sunuyor. Sosyalleşmek için kullanılan sahte bir
araç olsa da oldukça keyifli ve insanı yenileyen bir etkinlik Fika!
Yorumlar
Yorum Gönder