İsveç Aylığı: Aralık


Nihayet Aralık ayı gelmişti. Hava, öğlen saat ikiden itibaren kararmaya başladığında kış mevsiminin geldiğini anlamıştık. Sabah dokuz buçuk gibi doğan güneş ki buna güneş demeyelim süzülen ışık, öğleden sonra iki buçuk gibi batar olmuştu. Ocak sonuna kadar aşağı yukarı bu civarda sürecekti. D vitamini eksikliği her anlamda tüm sisteminizi bozduğundan takviye olarak alınması şart yarasalar gibi yaşadığınız bu dönemde, ne yazık ki anlatılacak pek bir şey yok aslında. İnsanlar sokakta görülmüyorlar. Kar yağmışsa Cuma’dan Pazar akşamına kadar kayak merkezlerinde toplanılıyor. Kar yoksa ev partileri, restoranlarda uzatılan akşam yemekleri ile geçiyor zaman. Çoğunlukla da çalışılıyor. Yaza veya sıcak havalara göre çok daha fazla işte çalışılıyor ve salon sporları yapılıyor. Bu vesile ile salon sporlarına değineyim. İsveç’te düşündüğünüz gibi yükseklik olmadığı için kayak için elverişli yer sayısı kısıtlı. Bu nedenle, kayak konusunda dünyada söz sahibi olan bir ülke değil. Fakat bunun yerini floorball (innenbandy), bandy, curling, geyik yarışı, buzda balık avlama (ise fishing) ve buz hokeyi almış. ABD’nin büyük bir hayranı olarak kolayca niteleyebileceğim İsveç toplumunun buz hokeyine karşı korkunç bir tutkusu var. Hemen her şehrin ve eyaletin buz hokey takımı var. Ayrıca televizyonlarda hem İsveç buz hokey ligi, hem de ABD Ulusal Hokey Ligi (NHL) sürekli tüm kış boyunca yayında. İlginç bir şekilde, bu kadar sağlıklı ve fiziksel olarak güçlü toplumda basketbol, voleybol gibi diğer salon sporlarının esamesi okunmuyor. Futbol ise yalnızca Zlatan İbrahimoviç’ten ibaret.

Aralık ayında Orta Avrupa ve İngiltere’deki gibi Christmas Market yani Noel marketleri İsveç’te yok. Başka bir ifadeyle yok denebilir. Sadece bir iki gün açılan ufak bir panayır gibi alanlar var. Zira yine bahsi geçen bölgelerdeki gibi alışverişini yapacakları zengin bir çeşitlilik de mevcut değil. O yüzden yıllık izinlerin bir veya iki haftası bu dönemde kullanılıyor.Bu ay ve bu ay özelinden yola çıkarak şunu diyebilirim ki kış inanın çok ağır geçiyor. Bir Akdenizli iseniz kolayca tahammül edebileceğiniz bir dönem değil. Sabah uyandığınızda ışığı görememek, işten çıktığınızda yine görememek, herkesin iyice iletişimi kestiği zor bir dönem yapıyor bu dönemi. Öte yandan iki sonucu doğuruyor bu: birincisi ağır bir depresyon ve sonunda varılabilecek bir intihar (alkol ve uyuşturucu bağımlılığı ile taçlandırılmış olabilir), ikincisi ise daha bireyselleşip yaratıcılığın zirveye ulaşması. İsveç devleti ve toplumu, ikincinin olması için ellerinden geleni yapıyorlar. Konu hakkında bir sürü düzenleme mevcut. O ”depresyon” oluşmaması için devletin tüm kanalları aktif bir şekilde işliyor. Örneğin hafta içerisinde aniden yapılan bir alkol kontrolü ile hafta içi belirli bir promilin üzerine çıkmanız engellenmeye çalışılıyor. Zaten daha önceden de belirtmiştim, alkol almak ve tüketmek hem pahalı hem de birçok kurala tabi.


Aralık ayı depresifliği üzerinden İsveç’i ve sistemi tekrar tahlil etmekte yarar var. İsveç ve onu oluşturan toplum, bildiğiniz üzerre genetik olarak Cermen kavmine aittir. Cermenlerin kolu olan Gotlar ve Danlar başta olmak üzere irili ufaklı birçok Cermen boyu bu bölgeleri istila etmiştir. Başlangıçta, kıyı şeritlerinde yalnızca bölgenin yerel halkı olan Baltık halkları (bugünkü Estonya, Litvanya, Letonya) varken bu istila başlamış ve yerel halk köle olarak alınmış veya katledilmiştir. Viking çağı ile Avrupa’nın her yerine fetihler düzenlenirken, aynı kavimden olan Vizigotlar, Jütler, Vandallar, Markomanlar vb. boylar Roma’nın barbar saldırıları dediği saldırıları gerçekleştirilip Germania’yı oluşturmaktaydı. Zaman tünelinde ilerlediğimizde, eş zamanlı olarak Kuzey2e giden önce köylü sonranın savaşçı Vikingleri içerilere doğru gidildikçe diğer yerel halkla, Laponlar/Samiler ile karşılaşmış ve Baltık halklarından birisi olan Fin topraklarının da (Finland – Finlandiya) fethi ile bölgeye iyice yerleşmiştir. Arkasından Danimarka Krallığı ve İsveç-Norveç Krallıkları kurulmuş ve Fransız ihtilali sonrası ulus olma bilinci buralara da sirayet etmiştir. Sonrası malum, Avrupa’nın birçok yerinde olduğu gibi burada da yerel halklar büyük oranda temizlenmiş (!), dil ve kültürel anlamda homojenleştirme büyük oranda başarılmıştır. Sanayi Devrimi ile başlayan başka kıtalardaki halkların da sömürgeleştirilmesi dolayısı ile bu toplumlar, bugünkü maddi ve manevi zenginliklerini oluşturmuştur. Antropoloji gibi çıkışı itibarı ile ırkçı bir dal, Batı dediğimiz bu Cermen dünyasının ve daha sonra Latinler ile karışması sonrası Anglo-Sakson dünyasının elinde önemli bir araca dönüşmüştür. Bu aracın kullanım şekli, kendinden başka her kesimi ve herkesi, her toplumu ve inancı tabiri caizse oryantalist bir bakış açısıyla inceleme kibrini ortaya çıkarmıştır. Bu gezi günlüklerinin maksadını aşmadan özetleyecek olursak şunu söylememiz yanlış olmaz sanırım. İnsan ırkı olarak beyaz, halk olarak Anglo-Sakson kökenlere atıfta bulunan ve yaşam biçimi olarak kapitalist ekonomi ile bütünleşik protestan inancından olanların (White Anglo-Saxon Protestan – WASP) öncelendigi ve buradan, o tepeden, yüksekten her şeyin kurgulandığı bir toplumdan ve medeniyetten – Batı medeniyeti – söz ediyoruz. Bu bağlamda müzik zevki, iş yaşamı, beğeniler, yemek kültürü gibi birçok şey buranın bakış açısı tarafından kurgulanıp yorumlanıyor ve ülkelerin iç dinamiği göz ardı ediliyor.

Sözü daha fazla uzatmadan son paragrafa gireyim. Geldiğimden beri bir köyde yaşıyorum. Hayatında köy dışında büyük şehir hiç görmemiş (parantez açmakta fayda var, köy dediğim on bin kişilik bir nüfus), hayat görüşü sadece bulunduğu eyalet ile sınırlı, dünyada ne olup bittiğinden genelde bir habersiz veya görmezden gelen, güzel müziği yalnızca ABD öncülüğündeki popüler kültüre endeksleyen, kendi konfor alanı bozulmadığı müddetçe dünyanın geri kalanındaki emek sömürüsüne vurdumduymaz, benmerkezci ve oldukça bireysel insanların yaşadığı bir yer burası. Ne yazık ki, istisnalar kaideleri bozmuyor. Yabancıların entegrasyonu için mücadele eden, ırkçılık karşıtı ve demokratik bir sosyalist dünyayı tasavvur eden insanlar şüphesiz ki var. Yarattıkları sistem, kendi içerisinde şu ana kadar ki belki refahın ve huzurun en üst seviyede olduğu bir yapı. Başka bir açıdan da belki her şeyin küçüklükten itibaren tam olarak yerleştiği, artık çelişkileri hiç göremediğiniz ve uyuşmanın huzur olarak anlatıldığı, çürük yumurtaların uyuşturucu, alkol, depresyon ve intihar ile toplumdan ayrıldığı bir yerdir belki de. Sadece aklımda geriye sadece şu sorular kaldı:

Kendi öz kültürünü harmanlayarak oluşturduğu sanatın paralelini biz kendi ülkemizde yapınca neden sanat olmuyor, olamıyor?

Bayılarak dinlediğimiz Kuzey İngiliz aksanı, aslında Norveçli bir köylünün düz konuşması desem ne düşünürdünüz? Yani Türkiye güçlü bir ülke olsa ve Azerice hayranlık duyulan bir aksan olsa?

Sürekli yere tüküren ve pet şişesini göle çok rahatlıkla fırlatan İsveçli size ne ifade eder?

Mülteci ve yabancı çalışanların sigorta ve çalışma şartlarının zorlaştırıldığında ”mecburen” kalacak olmalarının bilinmesi sizce nelere yol açıyordur?

Selam vermemek için kafasını öbür yana çeviren ve göz göze gelmekten gerçek anlamda korkan insanlarla yaşayabilir miydiniz?

Kendi ülkenizdeki insanları açık değil zannederken, pasif agresifliğin tavan yaptığını biliyor muydunuz bu ülkede?

Peki ya, burası da olmak üzere bu WASP ülkelerinin birçoğunda mültecilerin çocuklarının kaybolduğunu veya ellerinden alınıp WASP ailelerin yanına yerleştirildiğini nasıl açıklarsınız?

Çok daha fazla soruyla bu faslı artık kapatıyorum. Uluslaşmayı ve sanayi devrimini kanla ve gözyaşı ile sulayan, kendi içindeki birliği ”başkalarının” acıları üzerinden kurgulamış bu topraklarda, bu hayran olunan birçok şey ise aklın ve bilimin takibi, teknolojinin geliştirilmesi ve hayata uygulanması ile gerçekleşmiştir. Bu yapılırken de aristokrasi ve burjuva arasındaki dengeden, burjuva ve işçi sınıfı dengesine geçilmiş ve sosyal demokrasi yaratılmıştır. Fakat bu suni denge, aslında kirli bir paranın, kirli ilişkilerin, korkunç bir ikiyüzlülüğün üzerinde yükselmektedir. Eğer köken olarak İsveçli iseniz veya İsveçli olmayı basarmışsanız ve üç maymunu oynayabiliyor veyahut bunu istiyorsanız, o zaman huzurlu bir ortamda ve iyi bir konforda yaşarsınız.

Daha önce başka bir yazıda yazmıştım. Küresel sistem, ulus bazlı ekonomilere dönüşle, din ve millet, Doğu ve Batı, Kuzey ve Güney ekseni ile krizi derinleştirerek aşmanın gayretinde. Ulusal kurtuluş mücadelesi veren yapılar ise pragmatist politikaların sonucu olarak çaresizliğin ve bu belirsizliğin kıskacında daha da bocalamış durumdalar. Sınıfsal çelişkileri ortaya koyması gerekenler ise, günlük hayatın tüketim alışkanlıkları ve orta sınıf küçük burjuva yaşam tarzının etkisi altında günden güne çözülmektedir. Ülke özelinde kendisine ve değerlerine sırt çevirmemiş, sınıfsal mücadeleyi temel alan özgürlükçü bir anlayışı örgütlemek tek çare iken, buralarda göçmen mücadelesini arttırmak, üçüncü dünya ülkelerinin sırtına yüklenen emek yoğun sömürüyü kırmak ve ırkçılığa karşı mücadele etmek hepimizin beraber yaşayacağı İskandinav rüyası için olmazsa olmazdır. 


Yorumlar

Popüler Yayınlar