Kar Senfonisi

Kar sesi duydunuz mu hiç? Kar yağışı sırasında duyulan belli belirsiz seslerdir. Pik pik, pıt pıt gibi ufak sesler çıkarır. Görüntüsü eşsiz, tanelerin çıkardığı ses de zariftir. Bir anlam ifade etmez. Simetrik mükemmelliğinin yanında hiç kimse sesini duymak istemez.


Kar çığlığı terimini duydunuz mu hiç? Sessizdir. Yere dökülen bir unun sessizliğinde, ama daha narin, fakat daha güçlü. Her bir düşen tane başka bir sonsuzlukta yankılanan çığlıklardır. Duyamazsınız. Duyduğunuz sesi anlayamazsiniz. Belki de, anlamak istemezsiniz.

Peki ya, kar sessizliği terimini duydunuz mu hiç? Hüzündür. Sizi sobalı evlere, kestanenin çıtırtısına götürür. Kulaklarınız dolar, gözleriniz sesleri görür. Beyazın içindeki tüm tayfları yakalarsınız. Ses ve renk tonlarını algılarsınız. İsterseniz bakarsınız. Bakarsanız görürüsünüz. Yoksa sadece bakarsınız. Fısıldayan bir  güzelliktir. Çok derin, çok tok bir sessizliktir bu. Arka fon müziğidir hayatınıza.

Sonra yağmur gelir. Bütün bir karı eritir gider. Sesi… Sahi yağmur sesi nedir sizin için? Öyle muhteşem bir görüntüsü yoktur. Ama sesi toprağın da kokusunu alır taşır tüm duyularınıza. Hissedersiniz. Tadarsınız. Koklarsınız. Duyarsınız. Anlarsınız. Bir huzur kaplar içinizi. Doğanın ninnisi başlamıştır artık. Ne yorgunluk bırakır insanda, ne mutsuzluk. Safi huzur ve sakinlik...




”Gidersen kar yağar avuçlarıma 
Bir ceylan sessizliği olur burada aşklar”





Dinle. Yapısal olarak parçalanırken biz, kar düşüyor yine bu şehre. Seninle benim arama, kalbimle mantığım arasına. Şimdi, her yere kar yağıyor. Soğuk geldi yine. Yakıcı ve güzel soğuk… Eşsiz tanelerle birbir aramıza düşüyor. Sonra arkamı dönüyorum. Bu loş ışıklı odada, bu yaratılanın üzerinde amacını ve kendisini aradığı kürede, bir tarafımda göl, onun üstüne tünemiş güneş gibi parlak ay… Her tarafta sis ve sislerin arasında sen. Kızıla çalmakta olan ayın ışığı altında, kıpkırmızı dudakların, dudaklarının üzerinde parmaklarım… Kül, iş, mum kokusu, toz… Yumuşak ses ve erimekte olan karın müziği, geriye kalansa sen ve ben. Konuşacak ne kalmıştı ki geriye?

Ozan yine sigarasından bir nefes çekmişti. Titrek sesi dumanla beraber boğuluyor, kendisi dahil dediği hiçbir şeyi duymuyordu. Küçüklüğünden beri, ne zaman istemediği, ama kodlarında geçtiği şekliyle hatalı kabul ettiği bir şey yapsa sınırden sesi titrerdi. Gözleri aslında ağlar ama bunu belli etmezdi. Onun geldiği yerde kimse ağlamazdı. Hele bir kadın karısında. Nihayette haklı olan da kendisiydi. Bunu oan anlatmaya çalışmıştı. O anlamıyordu. İnatçı, kaskafalı bir kadındı işte! Onun için bunca yaptığı şeyden sonra, adadığı hayatını görmezden gelmiş ve ayrılmak istiyordu. Ne eksikti ki? Tekrar bir fırt çekti sigarasından.

Nehir duymuyordu onu. Bırakmıştı dinlemeyi. Çok uzun süre tekrar ve tekrar dinlemişti. Çokça konuşmuşlar, masaya yatırmışlardı. İşin içinden bir türlü çıkamıyordu. Bunca fedakarlığa rağmen, bir gün bile onu görmemişti. Ona bakıyordu ama onu görmüyordu. Yalnızdı bu hayatta. Hayat arkadaşı olarak başladığı insan, bir yabancıydı ona. Neden evlendiğini dahi bilmiyordu. Seviyordu sevmesine de bir türlü dokunduğunu hissedemiyordu. Durağan bir göl gibiydi hayatı. Akamıyordu, çıkamıyordu yatağından. Ruhu ırmak olup akmak istiyor, fakat bedeni dağların arasında kar suyuyla besleniyordu. Bu değildi varoluş amacı.

Ozan neden çalışıyordu ki? O mu almak zorundaydı bu sorumlulukları? Dışarıda gezilecek, görülecek koca bir dünya, algılanacak koca bir hayat vardı. Neden sorunları sessizlikle göğüslemek, gözyaşsız karşılamak zorundaydı ki? Onun için her şeyi yapmak… Bu saçmalık da neyin nesiydi. O yapamaz mıydı istediği şeyleri? Dağ gibi kabarmak istiyordu, göl gibi sakinleşmek, yağmur gibi de ağlamak. Neden erkekti ki!

Nehir bakışlarını ona doğru çevirdiğinde çocuğunu, çocuklarını gördü. Bu adam, o sevdiği adam, çocukluğundan beri tanıdığı adamdı. Önemsiz şeyleri kocaman bir gülümseme ile izleyen, önemli şeyleri umursamayan o çocuktu bu. Doğduğu coğrafyadaki yüklü acıları taşımak zorunda olan çocuklardan birisiydi. Bütün hayatı boyunca çekeceği kederlerine sebep  olanların ruhlarına yerleşecek açıdan haberi olmayan çocuktu o. Anlayamadığı ve anlamlandıramadığı, yaşayıp unuttuğu ve tekrar ve tekrar yaşadığı şiddetin vicdanlarımızda hafiflemeyecek yüküydü bu çocuk. Dünyalara bedel bir huzur verirken, geleceğini erkekliğe ve şiddete veren o küçük ve güzel insandı. Nehir, ağlıyordu fakat dışarıya değil. Hayır, ağlamamalıydı. Güçlü durmalı, onun özgürleşmesine izin vermeliydi. Aslında hiç büyümemiş o çocuğun kelebeğe dönüşmesi için havayı korumalıydı. Ne erken, ne de geç…

Bakmıyordu, ama görüyordu Ozan. Ta küçüklüğünde gördüğü ve o günden beri başka hiçbir rengi bu kadar sade ve bu kadar canlı, ama bu kadar anlamlı ve bu kadar derin bulamadığı o gözlerin sahibi olan kadın işte oradaydı. Ona aşık olmamıştı. Onunla aşkı yaşamıştı. Onun yerine, ikisi adına karar alırken, bu mutlu ailede, onun da var olduğunu unutmuştu,. O, sevdiği kadındı. Sadece karısı veya ev arkadaşı değildi. Sevdiği, sırlarını paylaştığı, her şeyden önce en yakın dostuydu. O, güzel gülen çocuktu. O, narin kızdı. O, gözlerin sahibiydi.  Bir an aklına geldi, o küçük kız değil miydi mahallede top oynamak istediği için ”erkek Fatma” diye çağrılan? Yanında bütün mahallenin otuz birden bahsederken onların kıpkırımızı olduğu ve bunların herhangi birinden bahsettikleri an ayıplandığı kızlardan birisi değil miydi o? Nehir, o sevdiği kız, kendisi bir sürü kadınla birlikte olurken ”kaşar” olmamak için onu bekleyen kız değil miydi? Beraber gizlice tatile çıktığında, arabanın kazası sonrası çıkıp kimle gittiğini söyleyemeyecek ve günlerce ev hapsine alınacak olan kız değil miydi? Ölseniz biri kadın iki kişi öldü diye söylenecek kadındı o. Tek çıktığı gecelerde çantasında silah bulunması, prezervatif bulunmasından daha saygın olan kadındı Nehir. Şimdi sana oğlan doğurarak erkek olmak isteyen, şen olabilmek isteyen kadındı Nehir. Sen ve sen ise, bunu yapamadığı için onu ve kendini yaşarken nefessiz bırakan, öğrenilmiş çaresizliğini kıramayan, arkasında ve önünde değil, onun yanında yürümen gerektiğini gösteremeyen bir zavallısın Ozan. Zavallısın, çünkü kötü olduğun için değil, ezilen çocukluğun, kırılan cesaretin, şiddete uğrayan ruhun, aşağılanan düşüncelerin için bir şey yapmadığın içindir bu.

Ozan başka tarafa bakmaya devam eder. Gerçek budur. Doğru değildir, ama gerçek budur. Sözlerini geri almamalıdır. Ağlar, hıçkırır ama kimse duymaz. Böyle olmalıdır. Yalnız bir insandır, ama güçlüdür. Vakurdur. Erkektir.

Nehir, kırılmış gururu ve olamadığı erkek için suçludur. Konuşamaz. Çığlıkları tellere takılır, hasreti raylara kalır. Yalnız bir insandır o. Kadındır. Yarımdır.

Ne kalmıştı geriye konuşacak?

Yorumlar

Popüler Yayınlar