Bir Kadının Alnı
ı
Rüya gibi. Her gözlerini kapattığında aynı an. Bağırarak
geçiyor. Bir koşuşturma var. Herkesin gözlerinden onları izlediğini sandığı
zamanlar. Tamam, getiriyorum buradaymış diye yalvarıyor kadın. Hala öfkesi
geçmiyor erkeğin. Küçük çocuklara bakıyor. Bir şey hissetmiyor. O kadar büyük
öfkesi var ki, çocukların ruhunda gizli kirlenmemişliğin farkına varıp
utanamıyor bile. Kadın dönüp bakamıyor çocuklarına. O, utanıyor. Nasıl
açıklayacağını bilemediği bir hayatı bahşettiği için utanıyor. Neden olduğu
acıları telafi edemeyeceğini bildiği için utanıyor. Bakamıyor çocuklarının
gözlerine. Boyun eğiyor.
Kâbus gibi. Dolu yağıyor her tarafa. Vuran her yağmur
damlası, tamam lütfen bir daha yapmayacağım dediğindeki acı kadar yoğun ve
büyük. Tok tok ediyor. Nedenini açıklayamadığı çocukça bir hatadan dolayı
cezalandırılıyor. Yağmur damlaları saat tik takı gibi işlerken yer küreyi,
derisindeki sızıyı anımsıyor. Morluğu geçse de devam eden cinsten. Yarın okula
gittiğinde asla ama asla üzerine konuşamayacağı ve açıklayamayacağı cinsten.
Öyle utandıran. Öyle açıklanamaz. Daha fazla gülmekten ve daha fazla iyi
olmaktan başka ona şans bırakmayan türden.
Yalan gibi. İlk seviyorum seni dediği zamanı hatırlıyor. Kalp
kırıklığı ile hayal kırıklığının karıştırıldığı, kalbin kemiğinin olmadığının
farkına varılmadığı zamanlar. Kalbin, hayaller kırılınca acıyan olduğunu
anlayana dek. Bir şekle sokmadan, oyunlara dahil edilmeden, sevilmenin bile karşılıklılık
ilkesine tabi kılınmadan aşka ulaşılmanın mümkün olmadığının henüz anlaşılmadığı
yıllar. Aşkın da alınıp satılabileceğini öğrenene dek… Sonra kalan hayatı
zihnin bu yanılsamasıyla oluşan zahiri şeyi çözmek ile geçecektir. İmgelemlerde
yaşar. Gerçekle savaşır. Şizofreninin sınırlarında dolaşır. Tarifleyemez. Galip
gelirse aklın hegemonyasından sıyrılır. Kazanamazsa tam sayı olmayı bırakıp
kesirlerine bölünecektir.
Gerçek gibi. Bir ömür sürecek yalan gibi. Tatlısı olup
olmadığını arayarak geçen bir hayat… Bilinçten bağımsızdır. Her bir fırça
darbesinin çeşitliliği gibi yediği darbelerin rengi aynı değildir. Tek renktir.
Koyulaşır. Daha fazla acıtır. Yüzleşmeye her kalktığında geçmişe gider. Tekrar
çocuk olur. Film tekrar başlar. Güvendiği ve geride bıraktığı her şeyi tekrar
yaşamak zorundadır. Zorlu ama sonucu belli olmayan bir yoldur. Sonra
çevren değişir. Bu değişim hissedilir. Kaçınarak sürünürken, her bir acı tekrar
sana değmek için uğraşır. Görünür. Değer. Bedende ağrı bırakır. Yalnızlığındaki
susuşların aklına gelir. Kimse yoktur çevrende. Hissedilerek beklenir. Her bir
acı dokunduğu yeri sonsuza kadar çürütür. Bir “ahh” yükselse… Ruhun sökülüp
geride boş bir şey kalmasa… Şu hayata
doğmasaydım da, şu boşluklarda kaybolmasaydım, eldeki hakikatim hiç
bilemeyeceğim ihtimaller olarak kalsaydı dersin.
Bir kadının alnı… Asaf’ın dediği gibi “Bir kadının alnı
dudaklarından daha değerlidir " çünkü dudaklarından dökülecek olan 'seni
seviyorum' sözü, önceden alnına yazılmıştır. İnanmayı kabul edecek kadar aşıktın.
Sen de bir Sen’in olsun istedin bu hayatta. Sen çıkmadıkça acıdın. Var olma
sebebin tükeniş sebebin oldu. Rüyan, kâbusun, yalanın, gerçeğin… Tükenirken
bütün pişmanlıkların duyabilirdi gözyaşlarında. Senin sadece bir öykün vardı.
Şiirlerin satır aralarında kimseyi tanıyamadan gittin.
O idin, Sen oldun.
O idin, Sen oldun.
Yorumlar
Yorum Gönder