EĞİTİM VE ÜNİVERSİTELER

Toplumların ve onu oluşturan insanların gelişiminde eğitimin vazgeçilmez bir yeri vardır. Daha ilk çağlardan itibaren insanlar gereksinimlerini karşılarken doğaya karşı girdikleri mücadelede kazandıkları deney ve bilgi birikimlerini depolamak,yaşatmak ve geliştirmek için uzman kurumlar oluşturma ihtiyacı duymuşlardır. Toplumlar geliştikçe karmaşıklaşan ve yetkinleşen bu kurumlar toplumun kültürel gelişmesinde önemli rol oynamışlardır.Üniversiteler bu kurumların en gelişmiş olanlarıdır. Bu kurumların niteliğini belirleyen eğitim kurumu olmaktan çok bilgi depolamak ve üretmektir. Bilimin ve toplumsal bilincin gelişmesi, insanlığın kültürel hazinesine yeni katkılarda bulunulması görevi,üniversiteleri diğer eğitim kurumlarından farklı bir yere oturtmayı gerektirir. O, eğitim fonksiyonunu bu işleve bağlı olarak yürütür. Buralardaki eğitim de genel bir eğitim değil, insanları çok yönlü geliştirmek gibi özel bir niteliği olan bir eğitimdir. Depoladıkları ve sistemleştirdikleri bilgileri başta genç kuşak olmak üzere tüm topluma yayarak geleceğe devretmek ve böylece kültürel gelişimde kesintisizliği sağlamak, üretimden yönetime varıncaya kadar sosyal hayatı ilgilendiren tüm alanlarda özel roller üstlenecek kişileri yetiştirmek,bir parçası oldukları toplumun sorunlarını araştırmak,çözümler bulmak,bilimsel ve teknik alanda çağın ihtiyaçlarına cevap verebilmek, bu kurumların başlıca görevleridir.

Peki üniversite adı nedir? Nereden gelmektedir? Bugün ne anlam ifade ederler? Eflatun ve Aristo’nun hiçbir politik ve dini baskı unsuru olmadan öğrencileri ile felsefi tartışma yarattıkları ortamdan esinlenerek günümüze kadar evrensel ölçekte bağımsız ve tüzel kişiliğe sahip kurumlar olarak “universitas” üniversite adını almışlardır. Üniversite felsefi tartışma ortamında akıl sürecini duygusal sürecin önüne alarak kişilerin olayları görerek ve tartışarak farkına varılabilirliğini sağlayan ortamlardır. Üniversiteler adı üstünde evrensel kurumlar olup geçmişten günümüze otoriteden bağımsız olarak bilgi üretmek ve yaymak konusunda çetin bir mücadeleden geçerek ve halen de bunun içinde olarak bugünlere kadar gelmişlerdir.

Batıdaki köklü üniversiteler bu mücadelede bir adım öne geçmelerine karşın onların mali yönden bağımlı olmaları nedeniyle yönetimlerinde doğal olarak da parayı veren güç tarafından kontrol edilmek istenmektedir. Üniversiteler bu bağlamda hep otoriteye karşın, özgür tartışma ortamında, eleştirel düşünmeyi savunmuşlardır. Bu tartışmanın yapılması için, her türlü düşüncenin otoriteye, tabulara ve kişilere bağlı olmaksızın, korku ile değil, sevgi ve paylaşımla tartışılmasını gerektirmektedir. Bu bağlamda üniversite ortamı karşılıklı diyalektik tartışma ortamında herkesin kendisini ifade edebilme şansını bulması nedeniyle de tam demokratik kurumlardır. Kurumlara genellikle bu tartışma ortamını yürütebilecek belirli bir felsefi görüşü gelişmiş ve bunu bir yaşam biçimi olarak kabul etmiş seçkin kişiler alınmaktadır. Bu bağlamda üniversite herhangi bir iş kapısı değildir.

Kısacası eğitim insanın fiziksel – zihinsel ve manevi bakımdan geliştirmesi ise, bu kurumlar bu işlevlerini yerine getirdiği oranda gerçek niteliklerine sahip olurlar. Gelişmenin ilk koşulu yaratıcılıktır. Yaratıcı niteliği olmayan bir kişi ya da kurumun geliştiriciliğinden söz edilemez.

Bilimsel ve eğitsel kurumlar asla var olanla yetinmezler,yetinemezler. Toplum onları var olanla değil, tam aksine var olanın geliştirilmesinde en önde yürüyecek kurumlar olarak örgütlemişlerdir. O halde hep ileriyi hedefleyen bu kurumlar, toplumun öncüsü olabilmek için yenilikçi,ilerici,devrimci bir yapıya sahip olmalıdırlar. Aksi takdirde varlık nedenlerine ve ait oldukları topluma ihanet etmiş olurlar.

Görünüşte herkes, farklı niteliklerde olsa da bu konularda farklı düşünmezler. Hemen hemen herkes eğitim ve bilimin çağdaşlaşmaya,toplumun ilerlemesine hizmet etmesi gerektiğini söyler. Fakat gerçek böyle değildir. Gerçek, üretmekten yoksun, sadece daha fazla kar getirmeye odaklanmış, kendini düşünmekten başka bir şeyle ilgilenmeyen, bilimi insanlık yararına değil savaş ve savunma sanayi için kullanan, tek tip düşünen , ‘çeşitliliği’ modayı takip etmek zanneden , sadece ders çalışmayı düşünebilen,paylaşmaktan yoksun bir “gençlik” ve “bilim insanları”nın varlığıdır.

Nasıl Bir Üniversite İstiyoruz ?

• Bilimsel ve teknolojik ilerlemeyi halk yararına kullanan , halk yararına uygulanan ve pratiğe dökülen konut,sağlık,eğitim gibi sorunlara çözüm üreten ve öğrencilerine bu yönde eğitim veren kurumlar.
• Fiziksel – moral ve zihinsel olarak özgür düşünebilen , insiyatif alabilen yeni tip insan modeli yaratan kurumlar.
• Herkese yetenekli olduğu dalda eğitim yapma olanağı sağlayan kurumlar.
• Uzman bir elit kesimin değil, içerisinde bulunduğu toplumun eğitimini amaçlayan üniversiteler.
• Pratik içerisinde , üretimle beraber bir eğitimi sağlayan üniversiteler.
• Herkese açık ve parasız bir eğitim sistemi içerisinde üniversiteler. Devlet okullarından verginin alınıp özel okulların desteklenmediği bir ortam.
• Kolektif üretim ilişkilerini sağlayan bir eğitim kurumu.
• Kitlelerin karar alma ve uygulama sürecine doğrudan katılımını sağlayacak en demokratik işlerliğe sahip kurumlar
• Sorun değil , çözüm üreten eğitim yuvaları

Ve son olarak , unutmayalım bizler hangi koşulda olursa olsun herkes için , herkesle bir üretimi savunmalıyız. Çünkü ancak üreten toplumlar ayakta kalabilirler.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İsveç Aylığı: Ocak

Derbentçilik

Şelteoğulları (Baba Tarafı Soyağacı)