Özgürce Uçan Bir Kuşa Aşığım
Ah be güzelim benim... Aşk bir kişiye sınırlandırılacak kadar ya da sadece iki kişi arasında sıkıştırılacak kadar basit bir şey mi sence?
Eskiden yani mitolojide herkes ortadan ikiye zamanında ayrılmış, hepimiz kaybettiğimiz diğer yarımızı arıyormuşuz hikâyesi vardır ya.
Dünyada altı milyar insan varken ve ortalama bunun yarısı karsı cinsken bir tek o'nun seni tamamladığına inanmak, başka biriyle kendini katiyen düşünememek, ne beyninin ne de kalbinin böyle bir düşünceyi kaldırmaması, hayatta olamaz ki böyle bir şey demek. Peki, o yarıyı bulunca ne olur, ne olacak? Kendini tamamladığında ne olacak hiç düşündün mü? Tanrı'nın bu dünyadaki en güzel sureti olacaksın. O olacaksın. Allah ya da Tanrı inandığımdan değil bu ismi kullandığım. Biz birbirimize sadece aracıyız aşkı bulmak için.
Belki de aşk denilen şey bir yansıma. Sen nasılsan aşk da öyle bir şeydir. O nedenle sanırım tanımladıkça bitmiyor. Her insanda başka bir şekle bürünüyor. Zaman geçtikçe sen nasıl değişip dönüşüyorsan, aşkın da öyle değişiyor.
O yüzden bir baktım ki aşk değişiyorsa bu bir yansımadan öte yanılsama olacak. Düşündüm uzun uzun düşündüm. İçtim. Uçtum. Dans ettim. Uzaklara gittim. Kavga ettim. Kendimi dövdüm. Yazdım. Resim yaptım. Fark ettim ki aşk bende. Aşk benim içimde. İstediğinde harekete geçebilince onu yaşıyorsun. Ama o isteği hareket geçirecek birisi lazım. Nasıl birisi biliyor musun? Yıllar önce okumuştum bunun tanımını: “Ben aşığım esen serin rüzgâra. O ki, aşığa aşk ile eser. Bilir kimin onu arzuladığını. Kayıtsız kalmaz. . Hissetmeyene uzaktır özü. Özüne varana sadıktır.
Ben aşığım milyonlarca bebeğe. Her bebek kadar masum ve kirlenmemiş, her masumiyet kadar temiz ve saf olmak olabilmek. Ben insanın her daim bebek kalabilmesi ihtimaline aşığım. Varsa ise şayet aşk, anne ile bebek arasında, öylesine aşığım doğaya. Dünya kadar sabırlı, dünya kadar ihtiyatlı bir annenin toprağına, havasına, suyuna aşığım. Nankör evlatları tarafından öldürülene kadar sabırla dayanabilme gücüne aşığım. O ki serseri oğluna, üstüne toprak atılana kadar fedakâr, fırtınada başımı sokabildiğim bir ev kadar konuksever. Ve var ise dünyada böylesine güzel bir ev,ben çocukluğumda yaşadığım eve aşığım. Hatıralarıma, akıp giden geçmişime, benden başka kimsenin duyamadığı kokusuna aşığım. Benim kadar duygusal, benim kadar vefakâr, benim gibi hisli oluşuna, dört duvarı arasında bir kuş kadar özgür olduğuma inandırabilmesine aşığım.
Özgürce uçan bir kuşun heyecanına aşığım. Uçarken akşamüstü bir vapurun yanından, kendisine atılacak bir simit parçasına olan umuduna aşığım. Şevk ile çırptığı kanatlarına, süzülüp adeta rüzgârla dans edişine aşığım.
Ben o ateşli dansın uyumuna aşığım. Ben o dansın ritmine, ben o dansın ruhuna aşığım. Değdiğinde iki göz birbirine ısınan bedenlere, korkuları üşüten o soğukluğuna aşığım.
Ben ki sokakta üşüyen bir evsizin karşı koyuşuna aşığım. Umudunu kesmişken hayattan, gelecekten, nefret etmişken yaşamdan, insandan, ona umut olabilme ihtimalime aşığım. Belki bir kez daha yüzünün gülebilmesi için emek vermeye hazırım. Dürüstlükle, içtenlikle...
Ben daha güzel, daha mutlu bir hayata aşığım. Önyargılarından arınmış insanların yaşadığı, sonsuz barışın var olduğu bir masal diyarına aşığım. Bu yazıyı o diyardan okuyan insanların içtenliğine, hayalperestliğine aşığım...
Şayet varsa bir yerlerde böyle bir kalp, ben o kalbe aşığım…”
Ve şimdi ben, kendi kendime diyorum ki, kurumuş gözyaşlarım ve bütün kahrım olan bu şehirde, ödülünün ceza yaşattığı sevincin ise aslında hüzün olduğu bu şehirde, İstanbul’u sevmezse gönül aşkı ne anlar denilen şu şehirde buldum o bir yerlerde var olan kalbi. En azından buna inanıyorum? Ve süslü sözcüklerle dizelenmiş şiirler yanı sıra, bir mektup ve şarkıdan daha fazla, kişiye indirgenmiş aşktan öte ben seninle aşkı yaşamak istiyorum? İşte bunu, bunları söyledim sana be güzelim...
AYDIN ŞELTE
10.04.2012
Eskiden yani mitolojide herkes ortadan ikiye zamanında ayrılmış, hepimiz kaybettiğimiz diğer yarımızı arıyormuşuz hikâyesi vardır ya.
Dünyada altı milyar insan varken ve ortalama bunun yarısı karsı cinsken bir tek o'nun seni tamamladığına inanmak, başka biriyle kendini katiyen düşünememek, ne beyninin ne de kalbinin böyle bir düşünceyi kaldırmaması, hayatta olamaz ki böyle bir şey demek. Peki, o yarıyı bulunca ne olur, ne olacak? Kendini tamamladığında ne olacak hiç düşündün mü? Tanrı'nın bu dünyadaki en güzel sureti olacaksın. O olacaksın. Allah ya da Tanrı inandığımdan değil bu ismi kullandığım. Biz birbirimize sadece aracıyız aşkı bulmak için.
Belki de aşk denilen şey bir yansıma. Sen nasılsan aşk da öyle bir şeydir. O nedenle sanırım tanımladıkça bitmiyor. Her insanda başka bir şekle bürünüyor. Zaman geçtikçe sen nasıl değişip dönüşüyorsan, aşkın da öyle değişiyor.
O yüzden bir baktım ki aşk değişiyorsa bu bir yansımadan öte yanılsama olacak. Düşündüm uzun uzun düşündüm. İçtim. Uçtum. Dans ettim. Uzaklara gittim. Kavga ettim. Kendimi dövdüm. Yazdım. Resim yaptım. Fark ettim ki aşk bende. Aşk benim içimde. İstediğinde harekete geçebilince onu yaşıyorsun. Ama o isteği hareket geçirecek birisi lazım. Nasıl birisi biliyor musun? Yıllar önce okumuştum bunun tanımını: “Ben aşığım esen serin rüzgâra. O ki, aşığa aşk ile eser. Bilir kimin onu arzuladığını. Kayıtsız kalmaz. . Hissetmeyene uzaktır özü. Özüne varana sadıktır.
Ben aşığım milyonlarca bebeğe. Her bebek kadar masum ve kirlenmemiş, her masumiyet kadar temiz ve saf olmak olabilmek. Ben insanın her daim bebek kalabilmesi ihtimaline aşığım. Varsa ise şayet aşk, anne ile bebek arasında, öylesine aşığım doğaya. Dünya kadar sabırlı, dünya kadar ihtiyatlı bir annenin toprağına, havasına, suyuna aşığım. Nankör evlatları tarafından öldürülene kadar sabırla dayanabilme gücüne aşığım. O ki serseri oğluna, üstüne toprak atılana kadar fedakâr, fırtınada başımı sokabildiğim bir ev kadar konuksever. Ve var ise dünyada böylesine güzel bir ev,ben çocukluğumda yaşadığım eve aşığım. Hatıralarıma, akıp giden geçmişime, benden başka kimsenin duyamadığı kokusuna aşığım. Benim kadar duygusal, benim kadar vefakâr, benim gibi hisli oluşuna, dört duvarı arasında bir kuş kadar özgür olduğuma inandırabilmesine aşığım.
Özgürce uçan bir kuşun heyecanına aşığım. Uçarken akşamüstü bir vapurun yanından, kendisine atılacak bir simit parçasına olan umuduna aşığım. Şevk ile çırptığı kanatlarına, süzülüp adeta rüzgârla dans edişine aşığım.
Ben o ateşli dansın uyumuna aşığım. Ben o dansın ritmine, ben o dansın ruhuna aşığım. Değdiğinde iki göz birbirine ısınan bedenlere, korkuları üşüten o soğukluğuna aşığım.
Ben ki sokakta üşüyen bir evsizin karşı koyuşuna aşığım. Umudunu kesmişken hayattan, gelecekten, nefret etmişken yaşamdan, insandan, ona umut olabilme ihtimalime aşığım. Belki bir kez daha yüzünün gülebilmesi için emek vermeye hazırım. Dürüstlükle, içtenlikle...
Ben daha güzel, daha mutlu bir hayata aşığım. Önyargılarından arınmış insanların yaşadığı, sonsuz barışın var olduğu bir masal diyarına aşığım. Bu yazıyı o diyardan okuyan insanların içtenliğine, hayalperestliğine aşığım...
Şayet varsa bir yerlerde böyle bir kalp, ben o kalbe aşığım…”
Ve şimdi ben, kendi kendime diyorum ki, kurumuş gözyaşlarım ve bütün kahrım olan bu şehirde, ödülünün ceza yaşattığı sevincin ise aslında hüzün olduğu bu şehirde, İstanbul’u sevmezse gönül aşkı ne anlar denilen şu şehirde buldum o bir yerlerde var olan kalbi. En azından buna inanıyorum? Ve süslü sözcüklerle dizelenmiş şiirler yanı sıra, bir mektup ve şarkıdan daha fazla, kişiye indirgenmiş aşktan öte ben seninle aşkı yaşamak istiyorum? İşte bunu, bunları söyledim sana be güzelim...
AYDIN ŞELTE
10.04.2012
Yorumlar
Yorum Gönder