Kayıtlar

2014 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Soyağacı (Anne tarafı / Başer ailesi)

Anne tarafım Kahramanmaraş'tan Niğde'ye göç eden ve Badak Köyü'nü kuran Barak Türkmenleri 'nden olup daha sonra Yakacık Köyü'ne yerleşmişlerdir. Ezo Gelin soyundan gelen Başer sülalesinin Gaziantep'te kendisiyle aynı soy ismi taşıyan akrabaları bulunmaktadır. Ailemiz Barak Baba 'nın yolundan giden ve Osmanlı İmparatorluğuna karşı gerçekleştirilmiş olan Babailer İsyanı ardından Tokat ve civarından sürülmüşlerdir. Büyük çoğunluğu aynı dönem başta Gaziantep olmak üzere Anadolu ve Mezopotamya'nın birçok vilayetine dağıtılmışlardır. Barak Türkmenleri Alevi-Bektaşi ve Sünni-Bektaşi bir inanç sisteminde yer almaktadırlar. Niğde ili ve çevresinde ve muhtemelen daha öncesinden süregelerek Nazar Ocağı diye  anılmaktadırlar. Ocak, Türkçe’de ısınmak,  yemek pişirmek ve benzeri maksatlarla ateş yakmak için düzenlenmiş yer manasında kullanılmaktadır. Yine, eskiden evlerde, duvar dibinde, içinde ateşin yanacağı içerlek bir düzlüğü ve üzerinde dumanı çek...

GÖZLERİNİN ŞEHRİ

Resim
Biliyorum bu şehirde değilsin sen. Bense gözlerinin şehrindeyim, kalbinin kapısında bekliyorum. Her atışta açılan bir kapı aralığını yakalamaya çalışıyorum. Sensizliğin sokaklarında geziniyorum. Sokaklarda sensiz geziyorum. Biliyorum bu şehirde değilsin sen. Hüznün ve tesellinin tekliği ve tekilliği üzerine seni konumlandırarak gardımı tekrar alıyorum. Savunuyorum kendimi ama neye karşı sensizken? Hüzünlü gönlümün belki de misafirisin. Bilirim, gönül dertlerin nehridir. Bilirim, nehir olup akan içine akıttığın göz yaşlarıdır. Sel olup almıştır tüm sokaklarını bu sensizlik ve sessizlik şehrinin. Gözlerinin şehrindeyim, ama biliyorum bu şehirde değilsin sen. Anları konfeti yağmuruna tutmaya çalışıyorum. Aynı zamanda da  sözcüklerin içini deşip, deşerken de kendi  içimi deşiyorum.  Yağmur olup sözcükler dökülüyor. Geç kalmış ve geç yağmış yağmur ile doluyor şehrin bütün sarnıçları. Bütün avlular su ile taşıyor. Yırtıcı bir bıçak gibi soğuğa kesiyorum. Üşüyorum. Kızıy...

PANDA SELU ESELA

Resim
“Dün yağmur yağacaktı, gün döndü, yarın yağdı, Bugün dindi. Ağlayacaktı. Kim anlayacaktı.” Özdemir Asaf O, ağır tek bir damla ile yaprak sarsıldı. Damla, titreyerek süzüldü, esnedi ve aşağıya doğru yaprağı eğerek düştü. Yaprağın sarsılışı ve oluşturduğu titreşimleri kim bilir, hangi canlı duyabildi ve belki korktu ve belki bir şeyleri başlatması gerektiğini hatırladı ve belki de kaçtı ve belki de mutlu oldu. Sonra ikinci bir damla düştü, sonra üçüncü, sonra dördüncü sonra sayamayacağım kadar sonsuz, göremeyeceğim kadar uçsuz, dokunamayacağım kadar hızlı onlarca, yüzlerce, binlerce, milyonlarca damla yere dokundu. Toprağa karıştılar, İşte, başlamıştı tabiatın bize dinlettiği müzik... Şimdi öyle güvenli ki sokaklar. Öylesine güzel ki yürümek için... Yağmurda acele eden insanları gördükçe, doğamızdan ne kadar koptuğumuzu ve korktuğumuzu hissediyorum. Oysa ki, yağmurlarda acele edilmez! Yavaş yavaş yürünür. Yağmurdan başka hiç bir şeyi umursamazsınız ve belki bir şarkı mırıldan...

Beyaz

Nedir onurlu yaşamak? Yaşanılan, yaşanılacak uzun yıllarla doldurulabilecek, saman alevi gibi olmayan, bir ömrü özün, ruhun gibi anadan doğma tertemiz hayatın içindeki maddi kaygıları duymadan tadılabilecek, gönlündeki delikanlılığı bedeninde can bulan hareketlerinle ve yaşayışınla hayata karşı bizzat konuşmadan eylemlerinle tatbik edebilmektir, gerçek mutluluğun tek ve asla kapital bir değer ile satın alınamayacak tek gerçeğidir onurlu yaşamak. Bembeyaz kalmaya çalışmaktır onurlu yaşamak bazen. Sonra bir bakarsınız kirlenmişsinizdir. O kadar grinin içinde sizin kiriniz öyle bir görünür ki, damarlarınıza kadar bu kiri hissedersiniz. Yakınırsınız. Kimse duymaz hıçkırırsınız. Çığlığınız raylara, hasretiniz düdüğe takılır. Tren gelir geçer ve siz orada öylece sessizce çığlık atarsınız. Evet, doğrudur. Beyaz kalmak zordur. Böyle bir dünyada, insanın doğası karşılaştırıldığında. kötülüğü göre göre kararmak kolaydır. Ne demiş şair? “bütün renkler aynı hızla kirleniyordu, birinciliği b...

IŞK

Resim
Umut bazen işkencedir. Bazense geleceğe doğru bugünü ören bir tüneldir. Hem geleceğe atılan bir adımdır hem de bugünümüzün yaşam kaynağıdır. Umut ki,  savaşta,  bin yıllarca, erleri düşmanın önüne koşturandır, ya ölüm sonrası için umutlar ya da hayata yeniden dönüş umutlarıdır. Umut insana kök saldırandır. Yaşam emridir. Olacakların istenilen gibi olmasını istemekti belki. Sadece istemekti belki, hayal etmek ya da boş bir  tembelliktir  sadece umut. Belki insanın hayat okyanusundaki şiddetli fırtınalardan korunacağı bir limandı umut. Can simidiydi. Belki de başlı başına bir çelişkiydi umut, ne onunla nede onsuz.. Bir eşkıya beslerken içimizde, umudu büyütmeye çalıştık. Bir filmdeydi, güzel bir replikti. “İnsanın bir türlü vazgeçemediği illüzyondur umut. En büyük güç ve en büyük zayıflık kaynağımız olan şey...” O eşkıyayı bulup da çıkaramadık yüzeye. Bulduk korktuk.  Eşkıya kötü öğretildi bizlere ...