Kayıtlar

2011 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

SENİNLE BEYAZA BOYANMAK ÖYLE GÜZEL Kİ…

Seninle özgürleşmek o kadar huzur verici ki… Hiçbir özgürlük tanımının karşılayamadığı bir şey seni yaşamak… Geçmişte, şimdi ve gelecekte, hayatının her evresinde fiziksel olarak olamasa bile olduğunu bilmek… Bu bilmenin verdiği acıyla özgürleşmek ve huzur ve mutluluk ve sen… Seninle beyaza boyanmak öyle güzel ki… Tam yalnızlığımı düşünürken, kapayıp gözlerimi, yıllardır yattıkları mezarlarından güneş gibi doğuyor suya düşmüş hayallerim, kırık umutlarım ve tutulmamış tüm sözlerim. Seni düşleyince sen oluyorum. Bir aynanın karşısına geçince seni, yalnızca seni görüyorum. Bedenimin ve ruhumun yanılsaması mı deyip geçemeyeceğim seninle özgürleşiyorum. Seninle beyaza boyanmak öyle güzel ki… Yağmur da yok hani… Yağacak gibi de değil. Gökyüzü tereddütte, yağsam mı, yağmasam mı? Fakat sokaklar ıslak, hem de sokaklar çok ıslak… Sen mi geçtin buralardan? Benim için ağlıyor musun hala? Yoksa bir fani gibi hapşırıp hapşırmamak arasında mısın? Nefes alıyorum. Görüyorum. Gitmeliyim buralardan...

Bir Veda Mektubu

Açık yüreklilikle dile getirmeliyim. Birbirimizle büyürken ve birbirimize ayna olurken başka kimsemiz olmadı. Ne yol gösterenimiz ne sevenemiz. Olduysa da kimse bize fark ettirmedi. Biz ise çilehane denilen bu yaşantıdan keyif alarak acıyı ve mutluluğu hep çiftiyle yaşamaya çabaladık. Düştük kalktık, kalktık, bilerek ve isteyerek gene düştük. Mantığımız genelde hiçci gelirken, bazen komünist bazen anarşist oldu. Hep su gibi duygularımızın akıp gitmesine izin verdik. İstedik ki birini severek aşka ulaşalım. Birine aşık değil, somutta sınırlamak değil, soyutta anlamlaşmak, cisimleşmek, bütünleşmek istedik. sevdiğimizle beraber AŞK'ın ta kendisi olmak istedik. Bir araç belki de.. Tüm dürüstlüğümüzle... Ama hayat savurdu bizi. Bu devirde sürekli okuyarak filozof gibi varoluşu sorgulayarak ve severek severek severek yaşam inan zor... Kıskançlığı özel mülk deyip reddetmeye çabaladık. Ama hep sevdiklerimiz ya bize fazlasınız dedi, ya mutluluğu hak ediyorsun dedi ama ben veremem dedi, ya a...

GELİŞMEKTE OLAN ÜLKE

Anlayamadığım ve anlamak için kitaplara, başkalarının fikirlerine, geçmiş yaşanmışlıklara, videolara başvurduğum bir ‘gerçek’ önümde duruyor. Hatta her gün, her saat, her dakika, her saniye, kısacası her an aklımda taşıyorum. Zengin olmuş veya zengin doğmuş birinin, zenginliği sadece dar bir kesimin elinde tutmasını desteklemesi anlaşılabilir bir durum. Fakat yoksulluğa mahkûm edilmiş, çıkış şansı eğri oturup doğru konuşulduğunda çok fazla olmayan, tünelin ucunun karanlık ve çözümsüzlüğün hâkim olduğu çevresel şartlara sahip birinin, belirli bir kesimin toplumun büyük çoğunluğunun gelirinden fazlasını elinde tutmasını destekliyor olması anlaşılır bir durum değildir. Geçenlerde, parasız eğitim talep eden bir grup öğrenciye doğru bağırmakta olan, onlar gibi yoksul sayılabilecek bir insanın “parasız eğitim mi olur?!” diye sorarak kendi bulunduğu sınıfı, yoksulluğunu kabullenir bir tavır sergilemesini anlamaya çalışıyorum. Ne çeşit bir mekanizmanın bulunduğu bir sistemde yer alıyoruz ki gü...

Kıyamet Sonrası Senaryoları

Resim
Kıyamet sonrası (post apokaliptik) senaryolar bilim kurgunun ne kadar vazgeçilmez bir yönüdür değil mi..? Hikayeler, kitaplar, filmler, diziler dolusu içerik vardır bu konuda. 22dakika'da çıkan şu yazıdan sonra, bunun aslında ne kadar ayrıntılı bir konu olduğunu farkettim. Wikipedia'nın kıyamet ve kıyamet sonrası ile ilgili maddesinin altında çok da güzel detaylandırılmış. Hastalık, savaş gibi kıyamet sebepleri üzerinden 14 ayrı başlığa bölünmüş. Her birine iki örnek ile bakalım: •Nükleer facia : Nükleer savaş ya da nükleer facia sonunda dünyadan geri kalanlar... Ya insanlar ne durumdalar? Film : The Book of Eli Dizi : Terminator: The Sarah Connor Chronicles •3. dünya savaşı ve kıyamete yol açan başka savaşlar : İnsanlar arasında çıkmış ve tüm dünyayı yerle bir etmiş savaşların ardından geri kalanların hayatı Film : Maymunlar Cehennemi Dizi : Jericho •Salgın, bulaşıcı hastalık : Salgın, bulaşıcı hastalık sonunda dünya nüfusunun çoğunu kaybettikten sonra geride kalanlar nasıl ya...

AVRUPA? SICAK? SOĞUK?

Uzak çok uzak olabiliyor bazen. Bazense, çok yakın… Yakın olduğu zamanlarda yakıyor da, soğuk da kalırsınız ya, kar ayazında elleriniz üşür, sonra sıcacık bir ortama girersiniz ve ellerinizde yanma oluşur. İşte onun gibi bir şey bu da. Tarifi kimi zaman kelime dağarcığımızı zorlayacak derecede rahatsız edebilen bir duygu. Şu günlerde yurtdışı deneyimini yaşıyorum. Uzun süreli “kendi dilinin” olmadığı bir yerde bulunmanın bana katacağı ve katmakta olduğu ve benden koparmakta olduğu her şeye ilgimi topluyorum. Kafamda tartıp kâğıda dökmeye çabalıyorum. Buraya çalışmak için gelen, ülkesinden kaçan, siyasiler, mülteciler, göçmenler, azınlıklar adına ne derseniz deyin yüzlerce, binlerce, hatta milyonlarca “yabancı”… Geçmişi ve bugünü kirlilikle dolu olan Avrupa burjuvazisi ve onun karşısında yer alan geçmişin Avrupa işçi hareketlerinin kalıntısı sol grupçuklar, liberal – sosyal demokratlar, yeşiller, yeşil sollar, sol yeşiller… Tragedyanın güncel ve gerçek hayatta, tiyatro sahnesi için malz...

alıntılar, kafadan oradan burdan

seçimi siz yapın, bir deniz kıyısı bir şehir... Hangi kıyı ve hangi şehir olduğu size kalmış. Sonra gökyüzünü üzerinize kuşanın korkmayın aniden beliren gökkuşağı karşısında. Çevrenizi yoklayın, ellerinizi cebinize atın kontrol edin ve bir iş çıkışı, bir okul çıkışı, tatil dönüşü "oraya" gidin... aklınızda yalnızca sevmek olsun. Denizdeki tüm ızdırap gemilerinizi batırın ve sevginin kıyısında dolaşın sevdikçe insan olun. Ne demiş Sait Faik, "Her şey sevmekle başlar"... birbirini anladıkça, birbirine kısa ulaşım butonlarını algılaman fazlalaştıkça, paylaştıkça, anlaştıkça, hatıraların çoğaldıkça, yarın hayalleriniz şekillendikçe, özetle beraber geçirilen zaman çoğaldıkça... Ne kadar çok paylaşırsanız o kadar çok seviyorsunuz. kim ne derse desin "sevmek" en güzel halini, "bundan daha fazla sevemem o'nu" deyip deyip kendinize, her yeni günle o'nu daha da fazla sevdiğinizi fark ettiğiniz bir sabaha uyandığınızda alıyor..

EĞİTİM VE ÜNİVERSİTELER

Toplumların ve onu oluşturan insanların gelişiminde eğitimin vazgeçilmez bir yeri vardır. Daha ilk çağlardan itibaren insanlar gereksinimlerini karşılarken doğaya karşı girdikleri mücadelede kazandıkları deney ve bilgi birikimlerini depolamak,yaşatmak ve geliştirmek için uzman kurumlar oluşturma ihtiyacı duymuşlardır. Toplumlar geliştikçe karmaşıklaşan ve yetkinleşen bu kurumlar toplumun kültürel gelişmesinde önemli rol oynamışlardır.Üniversiteler bu kurumların en gelişmiş olanlarıdır. Bu kurumların niteliğini belirleyen eğitim kurumu olmaktan çok bilgi depolamak ve üretmektir. Bilimin ve toplumsal bilincin gelişmesi, insanlığın kültürel hazinesine yeni katkılarda bulunulması görevi,üniversiteleri diğer eğitim kurumlarından farklı bir yere oturtmayı gerektirir. O, eğitim fonksiyonunu bu işleve bağlı olarak yürütür. Buralardaki eğitim de genel bir eğitim değil, insanları çok yönlü geliştirmek gibi özel bir niteliği olan bir eğitimdir. Depoladıkları ve sistemleştirdikleri bilgileri başta...

Fırsat

Kendi varlığımı kanıtlamaya çalışıyorum. Şimdi eğer ben var isem algılanmam gerekiyor. İnsani koşulara sahip olmalıyım. Bana evet sen varsın diyenlerin var olduğunu kanıtlayabilirsem o zaman ben de varım diyeceğim. Ama ya onlar da yoksa? Dünyaya çalışmak, körü körüne inanıp ardından hiçbir şeye güvenmemek, yok etmek ve akabinde yok olmak üzere gelmiş olamayız. O halde? O halde yokuz demektir sonucunu çıkarıyorum. Saçmalıyor muyum? Bir şeyi yanlış yapıyorsam o halde varlığımı kanıtlıyor olamaz mıyım? Hayatın karşımıza çıkardığı tüm seçimlere bir cevap vererek belki de öyle biz varız diyoruz. Hata yaparak, doğruyu seçerek… Sonunda ödüllendirilerek yada karşılığını hiçbir zaman bulamadan. Fırsatların kendi kaderimizde oynadığı rolün aslında ufacık bir parodiden ibaret olduğunu ve dolayısıyla “fırsat” denilen şeyin aslında siyasal, toplumsal, ekonomik süreçte ortaya çıkarılan insanların algıları sonucu “fırsat” olarak adlandırılan bir kavram olduğunu ve kendi içinde kargaşalık barındırdığı...

ESKİ YENİ YIL

Hava yağmurlu, soğuk ve sert… Bir yılı daha geride bırakmak üzere hızla ilerliyoruz. 2000’li yılların ilk köşesini döndük. On yılda neler neler olmadı ki? Üçüncü Paylaşım Savaşı’nın başlangıç tarihi 11.11.2001 olarak yazıldı kimilerine göre. Gökyüzünde kapkara dumanlar kaplıyken ve insanlar bilmez gibi bakarken kocaman kocaman bombalar çocukların başlarına yağmaya başladı Afganistan’da ve ardından Irak'ta. Yeni yönetimlerimizle, toplumuzun çevre ve devlet ekseninde barıştığı(!) söylenen bir politik hatta konumlandık. Türkiye İran mı oluyordu? Sokaklara dökülerek Cumhuriyet savunuldu. Bu arada hayatımıza iPod girdi. Hepimiz kulaklıklarımızdan dünyayı dinledik. Apple hisseleri ve yenilikleri en çok takip ettiğimiz gelişmeler oldu. Sıfır bedenle tanıştık. Tüm kızlarımız, Çinli, Türk, Alman, Rus hepsi bir olmaya başladı. Kapitalizmin çeşitliliği bu olsa diyerek müzik tarzlarımızı da birbirine benzetmeye başladık. Herkes R&B yapmaya ve pop sanatçısı(!) olmaya başladı. Dizi manyağı o...