İsveç Aylığı: Mart

Mart ayında yaşadıklarımı aktarmadan önce, Ocak ve Şubat aylarında yaşamış olduğum(uz) bir iki vakayı anlatmam gerekir. İlki, benim için oldukça önemli olan Tromso gezisine çıkmadan önce kız arkadaşımla yaşadığımız; diğeri ise İsveç’e geldiğimden beridir ilk defa Türkiye’ye doğru tek başıma çıktığım unutulmaz yolculuklardır.

Yaşadığım yer malumunuz Hagfors adlı bir şehir. Komün diye geçiyor. Hagfors’a bağlı Uddeholm, Ekshärad, Råda gibi köyler var ve toplam nüfus on bin civarında. Herkesin arabası olduğu ve şehre (Karlstad) sürekli gidip gelmeyi gerektiren bir durum olmadığı için otobüs seferleri de çok seyrek. Yaşadığımız durumu detaylıca anlatmak gerekirse şöyle verebilirim. Perşembe sabah 11.35’te Oslo’dan Tromso’ya uçağımız var. İşin aslı Hagfors – Oslo havaalanı arası iki yüz beş kilometre, fakat bu arka yoldan arabanız var ve tabi ki karanlık ve karlı tek gidiş – tek geliş yolda sürebiliyorsunuz.  Yeri gelmişken belirtmekte fayda var, İsveç ve Norveç’te bol yamalı, tek gidişli-gelişli ve sadece park işareti olan “ceplerde” durmaya izin verilen yollar vardır. Neyse, konumuza dönecek olursak, bizim arabamız da olmadığı için Oslo’daki uçağı yakalamamızın tek koşulu Oslo’da sabah dokuz civarı olacak şekilde en geç yedi gibi trene binmek. Ne yazık ki yedi de tren seferi yok, daha erken var. O erken saate de yetişebilmemiz için Hagfors’dan Karlstad’a o kadar erken saatte otobüs seferi yok. Bu durumda çareyi gece yarısından sonra 03.30’da Karlstad’dan Oslo havaalanına şehirlerarası otobüs bileti alarak bulduk. Bu kez de Karlstad şehrine gece otobüsü olmadığı için şehre erken inip bir pub, bar, restoran, olmadı McDonald’s, o da olmaz ise otogarda beklemeyi planladık. Sonrası acı, keder ve soğuk ile bezenen bir sefalet filmidir. Otogarın 20.00’da, McDonald’s’ın saat 21.00’da ve pub vb. mekânların hafta içi en geç 23.00’da kapandığını tecrübe ile öğrendik ne yazık ki. Bu durum bize yaklaşık eksi on derecede bankın üzerinde oturup donmamak için bol sohbet ve arada hareket etmemiz gerektiğini öğretti. Otel mi? Kuzeyde gece otelde görevli bulmak çok zordur. Mesai saati dışı olduğu için çalışanlara önceden haber vermeniz gerekir!

Diğer maceram ise Arlanda havaalanında oldu. Cuma sabahı 06.30’da olan uçağıma binebilmek için bir gece önceden Arlanda’da olmak durumundaydım. Otel fiyatı gidiş – geliş uçak fiyatından kat be kat pahalı olunca, çareyi Arlanda’ya en geç tren ile varıp sonra da havaalanında vakit geçirmek olarak bulmuştum. Daha önce birçok havaalanında bulanmama rağmen, böylesini ilk defa görüyordum. McDonald’s, Starbucks dâhil kapandı ve check-in için de erken olduğu için tüm havaalanı boşaltıldı! Evet, yine eksi derecelerde en azından bu kez bir camekân arkasında mermer bir oturakta az da olsa uyuma imkânım vardı!


Mart ayına işte bu tecrübelerle girdim. İki aydır maaşımı alamıyor, internet bağlatamıyordum. Bunun sebebi olan “Personal ID” nihayet çıkmıştı. Ne yazık ki, kararın çıkması işlemlere başlayabileceğiniz anlamına gelmiyordu İsveç’te. Kartı almanız için önce size bir şifre gönderiliyor. Onunla en yakın şehirdeki (Karlstad) Skatteverket’e gidiyorsunuz ve orada fotoğrafınızı ve parmak izinizi tekrar verip kendi şifrenizi belirliyorsunuz. Daha sonra kart basılıyor, ama yine evinize gönderilmiyor. Tekrar gidip elden imza ve şifre bilgileri ile kartınızı teslim alıyorsunuz. Evet, artık İsveçli sayılabilirsiniz! Tabi bu arada Mart ayı maaşımı da alamıyorum. Bu üç ayın maaşı Türkiye’deki hesabıma gönderiliyor. Her harcamada ise kaybolan para miktarının takdirini kamuoyuna bırakıyorum.


Mart ayı güneşin kendini bolca gösterdiği, Bahar mevsiminin ben de varım demeye başladığı bir ay. Yine de aynı bizdeki gibi, hatta daha fazlasıyla, soğuk bir aydır. Bu ay aynı zamanda izin hakkını daha net öğrendiğim bir ay oldu. İsveç’te yirmi beş ücretli iş günü izniniz var. Bunun on beş iş gününü ilk senenizde kullanma hakkına sahipsiniz. Kalan on iş gününü üçüncü yıldan sonra kullanabiliyorsunuz. Fakat borçlanarak, yani işten üç yıldan önce ayrılmama koşuluyla bu kalan günleri de kullanma hakkına sahipsiniz. Bir diğer hakkınız ise haftalık çalışma mesaisinden geliyor. Sendika ile işverenler arası anlaşmada, çalışma süresi otuz dokuz saat olarak belirleniyor. Bu süre, beş güne tam olarak bölünmediği için haftalık yine kırk saat çalışılıyor ve biriken bu fazla “bir” saatler yıllık altı buçuk gün olarak geri dönüyor. İşte bunları da katınca toplamda otuz bir buçuk iş günü, yani yaklaşık kırk gün tatiliniz olur ki bu açıkça dünyadaki birçok ülkenin çok yukarısında bir rakamdır. Bununla birlikte ayda yirmi saat ücretsiz falaz mesai hakkınız var. Esnek çalışma denilen bu sistemde aylık iki gününüzü veyahut her hafta Cuma öğleden sonralarını ve Pazartesi sabahlarını boşaltmanız mümkündür ki çoğu İsveçli bunu yapıyor. 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İsveç Aylığı: Ocak

Derbentçilik

Şelteoğulları (Baba Tarafı Soyağacı)